|   | 
  • Cevahir Kadri

    BEBEĞE İHTAR

     

    Çinliler eskiden birine beddua edeceği zaman “İlginç zamanlarda yaşayasın!" derlermiş. İlginç kelimesinin yerine “tuhaf, anlaşılmaz, şaşılacak, garip” gibi kelimeleri de beraberinde düşünmek “beddua”yı daha da anlamlı kılacaktır.

     

    Şu anda dünya üzerinde hayat sürenler hangi kim/ler/in bedduasını aldı acaba? Gerçekten de çok ilginç ve anlaşılmaz bir zaman diliminden geçiyoruz. Yaşadığımız çağ, birtakım güzellikleri barındırsa da kara ruhların, karanlık odakların, gaddar, zorba ve zombilerin yaşadığı ve maalesef hâkim olduğu bir çağ olarak tarihe geçecek ve geçmekte!

     

    Beni bu düşünceye sevk eden elbette sadece son yedi sekiz yılda ülkemizde yaşananlar değil sadece. Her gün “tarihi günler”den geçiyoruz. Her hafta, her ay şaşılacak derecede, dünya çapında birbirine etki eden olaylara şahit oluyoruz. Geçen hafta içerisinde Afganistan’da yaşanan elim olaylar, beni böyle bir yazı yazmaya sevk etti.

     

    Neydi huzurun bir türlü gelmediği Afganistan’a yaşanan o elim, elim olduğu kadar üzerinde çokça durulması olay veya olaylar?

     

    Afganistan, tarihin sayfalarında baktığımızda, oranın, Akhunlar, Göktürkler, Gazneliler, Büyük Selçuklular, Emir Timur Devleti, Şeybani Özbekleri, Harzemşahlar, Avşarlar ve Babürler gibi Türk devletlerine ev sahipliği yapmış bir coğrafya olduğunu görürüz. Hâliyle o coğrafyada yaşananlardan bize ne deyip geçemeyiz. Orada hiçbir Türk yaşamamış olsa bile meseleye insani açıdan bakarak yine de sessiz kalmamız söz konusu olmaz, olamaz, olmamalı da!

     

    Afganistan, Cumhuriyetin ilk yıllarında genç Türkiye Cumhuriyeti devleti ile yakın ilişkiler kurmuş, kralı ülkemizi ziyaret etmiş, karşılıklı antlaşmalar yapılmış bir devletti. Afganistan sadece ve sadece belli bir dinin ve ırkın hâkim olduğu bir ülke değil. Yaklaşık 40 milyonluk nüfusunun çoğunluğunu Peştunlar, Tacikler, Hazaralar ve Özbekler oluşturur. Değişik dönemlerde değişik hükümet ve yönetimler iş başına geldiklerinde hâkim unsur Peştunlar olmuştur.

     

    Kaos yılları

     

    Bilhassa son elli yılı, büyük savaşlar içerisinde geçen Afganistan’da sular bir türlü durulmak bilmiyor.  1973’te Zahir Şah’ın devrilmesiyle cumhuriyetle yönetilen ülke, 1978’de başka bir darbeyle “sosyalist” devlete dönüşür. 1979 yılında devrin sosyalist hükümeti, Sovyetler Birliği ordusunu ülkeye davet edince ülkede savaşlı yıllar yeniden başlamış oldu. Sovyetlerin işgal girişimi üzerine pe çoğu dini referans alan “mücahitler” gruplar/partiler hâlinde işgale karşı direnişe geçtiler. Yaklaşık on yıl süren bu mücadelenin sonunda Rusya, bir bataklığa dönüşen, içinden çıkılamaz bir hâl sonrası ülkeden geri çekilir. Bu, Mücahitler için büyük bir zaferdir. ABD başta olmak üzere batılı ülkelerin desteğini alarak Rus askerinin ülkeden çekilmesini sağlayan Mücahitler için, bu büyük zafer asıl “sınav”ın başlangıcını oluşturur. Rus askerine karşı birlik olan gruplar bu kez aralarında “iktidar savaşı” vermek durumunda kalır, ülke yine huzursuzluk ve kaostan kurtulamaz.

     

    Küresel güçlerin işgali

     

    Afganistan’da bütün bunlar yaşanırken 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de İkiz Kulelere bir saldırı gerçekleştirilir. Bu saldırının arkasında El-Kaide’nin olduğu, örgütün de Afganistan’da yoğun olarak bulunduğu, o dönem Taliban Hükümetinin de bunlara destek sağladığı gerekçesi ile ABD ve Koalisyon Güçleri’nce ülke işgal edilir. O günden bugüne Afganistan’da asker bulunduran, orada terörist gruplara karşı mücadele (!) eden ABD, alınan ülkeden çekilme kararını geçen hafta uygulamaya geçirir. Bunun üzerine, ülkeye Taliban yeniden hâkim olur.

    Kaos’tan ve Taliban’dan kaçış

     

    Taliban’ın İslam’ın parlak çehresine kara çalan katı uygulamaları karşısında halkın ABD uçaklarının içinde, dışında, bir kenarında yer bularak kaçmaya çalışması, bu kaçışta bazılarının, uçağın iniş takımlarından düşerek ölmeleri, İstanbul’un fethi sırasında Notaras tarafından sarf edilen “Konstantinopolis'te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim." sözünün âdeta zıddı bir durumla karşı karşıya kaldığımızı düşündürdü. Bu düşünceye sevk eden, sadece Afganistan’da, Taliban’dan kaçış mı? Bütün Ortadoğu coğrafyasında mültecilerin iltica etmek istediği ülkeler ne yazık ki hep Batı ülkeleri? Bu, cevabı Müslümanlar tarafından verilmesi gereken çok önemli bir soru ve sorun! Her neyse… bunlar daha çok konuşulacak, yazılıp çizilecek konular.

     

    Bebekler nereye?

     

    Şimdi, beni derinden yaralayan meseleye gelelim. Afganistan’ın başkenti Kabil uluslararası havalimanında Taliban’dan kaçamayan aileler, “Bari çocuklarımız kurtulsun!” düşüncesiyle bebeklerini, tahliye için orada bulunan ABD askerlerine teslim ettiler. Yine aynı kaos ortamında bir baba elinde bebeğiyle kurtarılmayı bekliyor. O kalabalıktaki sıkışıklıktan mıdır nedir bilinmez, baba beklerken bir anda kucağındaki can paresinin vefat etmiş olduğunun farkına varıyor.  Dünyalar başına yıkılıyor.

     

    Bir başka tablo: Kaos ortamında, kalabalıklar arasında eşi ile ayrı düşen babanın kucağındaki Hadiya bebeğe Türk askeri, askerimiz insani yardımda bulunur. Baba ve bebeği güvenli bölgeye getiren Türk askeri, bebeğin altını temizleyerek mama ile karnını doyurur. Bebeği daha sonra babasına teslim eder.

     

    Son aktardığım tabladaki güzellik sevinmemize yetiyor mu? Hayır, yetmiyor. Çünkü hayat devama ediyor. O aile bir araya gelebildi mi? Şu an durumları nedir bilmiyoruz. Bebeklerin ailesinin rızasıyla ABD askerlerine verilmesi beni cidden, çok derinden yaraladı. Düşünsenize, Müslüman bir aile, Müslümanlardan korumaya çalışıyor kendini ve çocuklarını! Ne kadar trajik bir durum… Ha, yabancı mıyız, ilk defa mı yaşanıyor böyle meseleler? Bizden çok uzaklarda mı, değil!

     

    Ege’nin suları soğuk

     

    Neden değil derseniz, Irak’ta, doksanlı yıllarda ve yine yakın geçmişte Suriye’de oradaki savaşta evlatlarını kaybedenler, bombalar ve onun tahribatı ile hedef ve heder olan o küçücük bedenler,  savaş ortamından aileleriyle kaçıp kurtulmak isterken Ege’nin soğuk sularında hayata veda ederek sahile vuran Aylan bebekler, yedinci ayın ortasında, o haince planlarla hayata geçirilen meşum olay sonrası “ötekileştirilen”lerin çok sevdikleri ülkelerinden, yurdundan yuvasından ayrılmak zorunda kalmaları neticesinde Meriç’te, yine Ege’de soğuk sulara gark olmuş aileler ve çocukları!.. Bilmeyene her şey uzak, bilmeyene her yer güllük gülistanlık!.. Bilmek ve duymak gibisi yok, ağırların ağırı, zorların zoru.

     

    Bebekler, çocuklar bu çağlarını evlerinde geçirmelidir. İşlemedikleri bir suçtan dolayı daha dünya hayatlarının ilk baharında cezalandırılmamalıdır. Şair Erhan Bozkurt “Tutsak Kelebek” şiirinde kelebekle bebek arasında bir bağ kurarak bebeklerin özgürlüklerinden mahrum kalışlarını bebekle kelebeği karşılıklı konuşturarak şöyle dile getirir: “Ya sen, niye burdasın, pek de mahzunsun ay bebek,/Senin gibi bir yavrunun burada işi ne demek?/ Hadi gel, tut kanadımdan, uçurayım seni buradan,/ Soğuk ve karanlık burası, kalamazsın ay bebek.// Yok, yok; ben gelemem, sen git güzel kelebek,/ Beklerim ben annemi, hem de ölene dek./ Hem ne yapayım dünyayı, uzaktayken annemden,/ Seslerini duyduğum kuşlara da selam söyle kelebek.

     

    Mavi emzikli bebek

     

    Bebeklerin ABD askerlerine teslim edilmesi, bana 2006 yılında İsrail’in Lübnan’a gerçekleştirdiği saldırıda yıkılan evlerin enkazları arasından çekip çıkarılan mavi emzikli bebeği hatırlattı. Canların hepsi can elbette, ama masumiyetim timsali bebekler meseleyi anlamak isteyene en büyük ders!.. Savaşlar olmasın, ülkelerinde insanlar huzur içerisinde yaşasın. Ama illa ki savaş olacaksa bu sadece ülkeleri korumakla yükümlü olan orduları arasında olsun. Sivil halkın, çocukların, bebeklerin üzerinden yürütülen acılı ve kanlı hangi huzur, hangi mutluluk insana gerçekten huzur ve mutluluk sağlayabilir ki?

     

    Barış yurdu olabilse!..

     

    Hep yazdım, yazmaya da devam edeceğim. İslam, “slm” kökünden gelir ve barış demektir. Selamet, huzur demektir. Ama İslam’ı doğru okuyamayan ve yaşamak istemeyen Müslümanların hâlleri, tavırları ve uygulamaları en çok da İslam’a zarar veriyor. İşte en yakından gördük, görüyoruz bunu: Her türlü zorluğu, meşakkati göze alarak Müslümandan kaçıp kurtulmak isteyen Müslümanlar! Dedim ya, bu sadece Afganistan’da yaşanan bir mesele değil!

     

    Çocuklar, bebekler masumdur; İlahi uyarıya dikkat edelim: “Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Maide, 32)

     

    Afganistan demişken o coğrafyayı anlatan bir kitap: Uçurtma Avcısı. Halit Hüseyni tarafından yazılmış. Orada geçen cümlelerden biri: “Afganistan’da çocuk çoktur, ama çocukluk yoktur.” Bu cümle bile o coğrafyayı anlatmaya yeter de artar. Birkaç cümle daha: "Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun," dedi Baba. "Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.” "Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur. Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan, bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan... aşağılıktır.

     

    Yazara hak vermemek mümkün mü? Bugün maddi manevi dünya menfaati için başkalarının huzurunu bozanlar, o çocukların geleceklerini çalmış olmuyorlar mı? Ailesi ile birlikte hukuksuzca cezaevlerine alınan bebeklerin, çocukların bebeklik ve çocukluk çağları çalınmış olmuyor mu?

     

    "Kendini savunamayan bir çocuk, hiçbir şeyi savunmayan bir erkek olur." cümlesi, Afgan ordusunun ABD’nin çekilmesiyle kâğıttan kahramanlar gibi hiçbir şekilde savunma yapmadan Taliban’a teslim olmasını veya kaçmasını daha iyi anlamamızı sağlamıyor mu?

     

    Felaket, helaket yılları ve ihtar

     

    Bu yaz, önce orman yangınları sonra sel felaketleri, salgın süreci ile birleşince zaten gam ve keder dolu gönüllerde kaskatı bir tortu oluşturdu. Nefes alamaz bir hâle geldi başkasının derdiyle dertlenen yürekler… Bir de bir şey yapamamanın, yapamıyor olmanın çaresizliği!..

     

    Yıllar önce sanatçı Hasan Sağındık’ın sesinden dinlemiştim onu. İlk defa onun bestesiyle haberdar olmuştum. Merhum Abdurrahim Karakoç’un “Bebeğe İhtar” şiirinden bahsediyorum. Bugün yaşananlar üstat Karakoç’u bu ihtarında ne kadar da haklı çıkarmaktadır? Karakoç, bu şiirinde ortamın, insanların, toplumun bozulduğunu, mutlu olmak için dünyaya gelmenin yanlış olduğunu, her türlü olumsuzlukları insanların işlemeye meyyal bir hâle geldiğini, en güvenilir olanların bile güvenilmez sıfatlara büründüğünü anlatır. İşte o şiirden birkaç dize: “Doğarsan üç günlük iş bulamazsın/ Acıkırsın, ekmek, aş bulamazsın/ Ucuz toprak, beleş taş bulumazsın/ Yaşamak rezillik, rüsvaylık demek/Beş sene dolmadan doğma ha bebek.” (…) “Kurtlar sülük oldu, sıyrıldı posttan/ Kaçan kurtuluyor, ahbaptan dosttan/ Değişti bahçıvan, bozuldu bostan,/ Hıyarlar acıdır, karpuzlar kelek/ Beş sene dolmadan doğma ha bebek.”

     

    Üstat Karakoç toplumu eleştirdiği bu şiirini şu dizelerle tamamlar: “Vaziyet bambaşka vaziyet oldu/

    Yaşamak işkence, eziyet oldu/ Dalkavukluk üstün meziyet oldu./ Sanatkârlar sansar, dâhiler şebek/ Sözümü dinlersen hiç doğma bebek.

     

    Allah, dünya öncesi hayatımızı dokuz ay on gün olarak sınırlandırmış. Bu sınırı değiştirmeye ne Üstat Karakoç ‘un ne de ihtar ettiği bebeğin gücü ve yetkisi var!.. Mesele onu değiştirmek de değil zaten. Cennet numunesi dünyayı cehennem gibi yaşanmaz hâle getiren insanlığın zulümleri, yozlukları, yolsuzlukları, bozuklukları… mesele, bunlara dikkat çekmek!...

     

    Çinlilerin o kadim bedduasını yeniden hatırlayalım. Bugün o “ilginç zamanlar”ı yaşıyorsak demek ki her şeye hükmeden Yüce Yaratıcıya arz edilen dua/beddualar var ve bu kabul edilmiş. Kabul edilmiş ki insanlık üst üste, türlü türlü krizler, bela ve musibetler yaşamakta! O zaman bu tuhaf zamanlardan kurtulmanın yolu da belli demektir. Hem küresel hem yerel zulüm, insanlığın başını yiyecek ve yemekte zaten!

     

    Kabul edilen o lanet, o beddua, o ah, sakın o masum bebeklerin olmasın! Çocuklara, bebeklere kıymayın efendiler! Çocuklar, uçurtmalarını özgürce uçurabilsin!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.