|   | 
  • Hakan Çitmen

    Boğazdaki Sır : “Kanal İstanbul”

    “Türkiye’nin kaderi, Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir. “anlamında bir söz var. Bu sözlerin sahibi net olmasa da, ABD Eski Dış İşleri Bakanına ait olduğu söylenir.

                Çılgın proje ismiyle tanıtımı yapılan Asrın Projesi, “Kanal İstanbul” görünen o ki, her türlü maliyete katlanılıp yapılacak. Mega büyüklükteki projeler yapılırken, yönetenler, karar verici makamlar acaba gerçekten gelecek 10 yılın hatta 50 yılın planlamasını yaparak mı bu kararları alıyorlar bilmiyorum. Ama böyle olduğunu da sanmıyorum.

                Kanal İstanbul konuşulmaya başlayınca, kısa süre içinde projenin geçtiği güzergah içinde arsaların kimlere gittiği de ortaya çıkmaya başladı. Katar ismini duyunca şaşırmıyoruz artık. Çünkü, Katar her yerde…

                Finanstan gayr-i menkule, kupon arsa-arazilerden köklü şirket ve fabrikaların neredeyse hepsinde bir Katar eli var.

                Ülkenin ekonomisi bu kadar, bir ülkeye bel bağlar mı? Dış kaynak ihtiyacımızın neredeyse tamamını Katar’dan sağlamaya başladık. Başka dost ülke para ve kredi sağlayacağımız ülke kalmadı. Öyle ki, onların parasıyla ekonomi ve mali politikamızı belirler olduk. Onların sermayesine sırtımızı dayayınca, onların merhametine, kör hevesine tutsak olduk.

                “Faydası olup olmadığını tam hesaplamadan, halka yeterli açıklamadan, sadece yapılınca, çok büyük süksesi olacak diyerek bu proje yapmak geri dönülemez kayıplara sebep olabilir.”

                Basit bir hesap yapalım!

                Kanalın genişliği 150 metre, derinlik 25 metre, uzunluğu 45 km. İstanbul Boğazı'nın en dar yerin genişliği ( Rumeli Hisarı-Anadolu Hisarı arası) 700 metre. Boğazın uzunluğu 30 kilometre. 700 metreden geçerken tehlike arz eden tankerler, genişliği 150 metre olan Kanal İstanbul'dan geçerken tehlike arzetmeyecek öyle mi?

                Büyük bütçeli bu gibi kanalların öncelikli amacı, uzun yolları kısaltmak  (Süveyş ve Panama Kanalı gibi) zamandan ve yakıttan tasarruf sağlamaktır. “Kanal İstanbul”da; Süveyş kanalında olduğu gibi, intikal sürati 10 kat olacaktır, bunun anlamı bir gemi İstanbul Boğazı’nı yaklaşık 1 saat 40 dakikada geçer, demektir. Ama kanalı kullandığında, bu süre 2 saat 30 dakikayı bulacaktır. Hem zaman, hem yakıt tasarrufu anlamına gelir. Hem boğazın riski de kanaldan daha az olur. Ayrıca, 150 metre genişlikteki Kanal’dan 25-50 metre eni olan gemiler intikal ederken ve kanalın etrafı yerleşim alanı ile dolu iken; terörist saldırılara ve maganda kurşunlarına kolay hedef olabilecektir.

                Ayrıca, olası bir büyük bir tanker yangını kazasında,zehirli gaz ve duman, en yakındaki İstanbul Havalimanı’da etkileyecektir. Tüm uçuşlar durdurulacaktır. Sağlı sollu yerleşim yerleri de kaçınılmazdır.


    Gelelim Kanal İstanbul’un, parasal kazanç sağlayan kısmına!

                    Kanal İstanbul tamamlandığında, söylendiği gibi yıllık 8 milyar dolar gelir getirmesi mümkün görünmüyor. 2017 yılı rakamlarına göre, transit gemi geçişleri sırasında verilen fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetlerinden 2017 yılında 312 milyon 11 bin 630 lira gelir elde edilmiş. Geçen yıl ise İstanbul Boğazı'ndan 41 bin gemi geçiş yaptı. Bu rakam son hali ile son 10 yılın en düşük rakamı. Karadeniz’ kıyısı olan ülkelerin yıllık büyüme rakamları belli.  Ne kadar artabileceği ortada. Boğazdan geçen gemi sayısı alternatif yollar ve siyasi ve ekonomik gerekçeler sebebi ile daha da düşeceğe benziyor.

                O zaman bu kanal projesini yapmak akıl karı bir iş mi? Bile bile girilen zarar kime ne fayda sağlayacak?

                Montrö Boğazlar sözleşmesi gereğince para ödemeyen gemiler, Kanaldan geçerken mecburen para ödeyecekmiş. Öyle diyorlar. Sözleşmeye göre, transit gemilerin fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetleri ücretini ödeyerek İstanbul Boğazı’ndan geçmeleri mümkün. Hal böyleyken, neden gidip daha uzun, daha dar ve üstelik daha pahalı bir geçişi tercih etsinler? Hiç düşünmediniz mi?

                    Bu konuyu biraz açalım.

                Türkiye, 1936 Montrö sözleşmesine göre, Altın Frank üzerine yapılan ve hakkı olan parayı alıyor. Frankın tedavülden kalkması ile, 1953 yılında Demokrat Parti iktidarında altın frank kuru düşükten hesaplanıyor ve Türkiye ciddi anlamda bir gelir kaybına uğruyor.Ta ki, 1982'ye kadar bunu kimse sorgulamıyor. 1982 yılında, Kenan Evren darbe döneminde bir karar alıyor. Bu karara göre tedavülden kalkmış olan altın frank yerine transit geçiş ücretini dolar üzerinden alacağını beyan ediyor. Bir kararla transit geçiş ücretleri 10 katına çıkıyor. (Şu anda da zarar edilmesinin arkasında yatan sebep altın frank üzerinden hesaplanan geçiş ücretidir.)

                Boğaz geçiş ücretlerinde, Altın Frank yerine, dolarla alınacağını ilan edince “uluslararası denizcilik örgütü” tepkisini anında gösteriyor. Başta ABD, İngiltere ve Yunanistan, bu karara itiraz ediyor. Hatta Sovyetler Birliği, Türkiye'yi resmen tehdit ediyor. Türkiye bu restlerin hepsine göğüs geriyor. Öyle ki, 1983 senesine kadar.
                1983 senesinde iktidara gelen Anap ve Başbakan Turgut Özal ilk iş olarak ne yapıyorlar biliyor musunuz? 1982 senesinde Bülend Ulusu başbakanlığındaki darbe hükümetinin aldığı bu kararın kanun haline getirilmesini erteliyorlar ve bu uygulamayı yürürlüğe koymaktan vazgeçiyorlar. O günden bugüne, Dolar ve altın yıldan yıla rekorlar kırarken, İstanbul Boğazı'nda altın/frank üzerinden belirlenen gemi geçiş ücretleri 36 yıldır değişmedi. Gemi geçiş ücreti,1983 yılında 1 gram altın karşılığı 2.78 dolar üzerinden hesaplanarak sabitlendi. Boğazlar üzerinde söz sahibi olmamıza rağmen, artışı yansıtamayan tavır koyamayan Türkiye, milyarlarca dolar kaybetti. Bugün 1 gram altın 45-50 dolara yaklaşmış olsa da yıllar önce 2.78'de sabitlendiğinden ötürü ücretlerde değişim yapamıyor. Türkiye'nin Montrö hükümlerine bağlı kalarak, Boğazlar'dan geçiş ücretlerini güncellemesi daha az maliyetli olur kanaatindeyim.

                Uluslararası denizcilik örgütü, en son 1996 yılında boğazlar konusunu gündeme getirdi ve boğazların uluslararası bir komisyona devri için lobicilik faaliyetlerinde bulundu.

                Türkiye'nin boğazlar konusunda atacağı herhangi bir adım, montrö antlaşması ile boğazlar üzerinde elde ettiğimiz hakların uluslararası boyutlarda tartışmaya açılmasını gündeme getirebilir...

                Uluslararası denizcilik çevreleri, Boğazları kullanan ülkelerin, özellikle de Rus, Yunan ve İngilizler'in, Boğazları Türk karasuyu olarak tasdik eden Montrö’yü her fırsatta masaya yatırmak istediğini vurguluyorlar. ‘‘Yabancılar Montrö'yü masaya yatırmak ve Boğazları tekrar uluslararası bir komisyona devrini sağlamak için fırsat kolluyor. Bu paraların tümünü alacağız dersek ekmeklerine yağ sürmüş oluruz. Bunu kullanarak Montrö'yü tartışmaya açarlar. Onların asıl sorunu para değil ama bunu kullanıp Boğazları Türk karasuyu olmaktan çıkarmak isteyeceklerdir.’’

                Peki, Katar neden ön plana çıkıyor?

    Katar, Amerika’nın bir uydu devleti. Amerika, doğrudan yapmadığı yardımı ve desteği. Katar’ı kullanarak yapıyor olabilir. Araplar, kendilerini kullandırmaya da müsait.

                İlerde bir gün, Kanal İstanbul açıldığında. O gün, Amerikan ve NATO gemilerinin Karadeniz’e yerleşmeyeceği ne malum? Amerika halihazırda beklettiği yaptırım kararlarının içine Karadeniz’e gemilerinin geçmesini koyarsa ne olacak? Dört bir tarafımız sarıldığında asıl beka meselesi bu olmayacak mı? Karadeniz’de sular hiç ısınmayacak mı?  Rusya’nın S-400 Hava savunma sistemi, Amerikan gemileri Karadeniz’e girdiğinde kalkan gibi delinecek.  Rusya, bunların olacağınız öngöremiyor değil. Yakın gelecekte Rusya ile de aramız bozulduğunda, yaptığımız ticaretinde bedeli artacaktır. Rusya’dan yaptığımız ithalat ekonominin bel kemiğini oluşturuyor. İlk kazma vurulduğunda, Rusya için, artık ebedi düşman kabul edileceğiz.

                Bu proje, Amerikan çıkarlarına, Türkiye’nin çıkarlarından daha fazla hizmet etmeyecek mi? Amerika, yeryüzünde gemisini göndermediği kontrol edemediği, Karadeniz Türk sularında da varlığını göstermiş olmayacak mı? Amerika-Rusya arasındaki bir gerilimde biz hangi tarafta olacağız. Sonrasında “kandırıldık, aldatıldık” demek için çok geç olur. Uyarmış olayım.

                Ülkeye fazladan maliyetle ve gereksiz bir yatırım yapmaktansa, daha akılcı yatırımlar yapmak lazımdır. Sanayi üretimi düşmüş, artırmak gerekli değil mi? İşsizlik almış başını gitmiş, daha da gidecek. Eğitim seviyesi yerlerde. Tarım hayvancılık bitme noktasında, Borçsuz çiftçi yok. Bunlar milyonlarca işsiz ve gencin hayatını kurtaracak yatırımlar değil mi? Hem de daha az maliyetli.

                Sözün özü!!!

                “Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı ise gelecek kuşağı düşünür. Kaderimiz vereceğiniz doğru karara bağlı.”

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.