|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    DOĞRU BİLMEK, DOĞRU DÜRÜST YAŞAMAK

     

    HİÇ AMA HİÇBİR ŞEYİ DOĞRU DÜRÜST BİLMİYORUZ, ÖĞRENMİYORUZ, UYGULAMIYORUZ.

     

    (Bendeniz de dahil) kimilerimiz sağlıktan, kimilerimiz bilimden, kimilerimiz dinden, kimilerimiz edepten... mangalda kül bırakmayacak biçimde savurup duruyoruz ama...

     

    Siz bu saydıklarıma, ahlâk gibi, hümanizm gibi, vatanseverlik gibi, çalışkanlık gibi, kanaatkârlık gibi birçok ekleme yapmışsınızdır. Haklısınız. Bütün bu gibi konularda savurup duruyoruz. Ama doğrusunu ne biliyor ne de uyguluyoruz. Dumanı tütmekte olan bir örnek vereyim:

    Şu bazı kelimeleri kişi ismi olarak kullanmamızın mekruh olduğunu bir iki ay önce öğrendim. {{İnsanlara meleklerin isimlerini vermek; ayrıca “Taha” ve “Yasin” gibi Kur’an’ın sure isimlerini vermek mekruhtur. Zira bunlar peygamberin isimlerinden değildir, bunlar mukattaa harflerindendir. Daha detaylı bilgi için İbn Kayyım’ın Tuhfetul Mevdud s. 109 kitabına bakınız. (kaynak: İSLAM SORU VE CEVAP)}} İşte buyrunuz; bunu ben de yeni öğrenmiş oldum. Ve bir torunumun adı Taha’dır!

    Evet, çoğu şeyi doğru dürüst öğrenmiyoruz, bilmiyoruz ve uygulamıyoruz. Bunun sonucu olarak da genellikle yanlışlar yapıyor, yasakları işliyor, hem ahiretimizi hem de dünyamızı karartıyoruz. Bireysel hayatımızı da toplumsal hayatımızı da dinamitleyip duruyoruz. Buna itiraz edebilecek babayiğit var mı içinizde? Söyleyin bakalım, içinizden, bir bölümünü aşağıya yazacağım hadis-i şerifi “Ben biliyordum.” diyebilecek kaç babayiğit çıkar:

    “...Kapını kapa Allah’ın ismini zikret! ... Su kabının ağzını kapa Allah’ın ismini zikret! Yemek kabının ağzını kapa Allah’ın ismini zikret! (Kapatacak bir şey bulamadığın takdirde herhangi bir şeyi üzerine uzatıp koymak sûretiyle de olsa bunu yap) Zîrâ şeytan kapalı kapıyı açamaz...” (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11; Müslim, Eşribe, 96)

    Önceden biliyor muydunuz? Biliyor idiyseniz, uyguluyor musunuz? Ben, bunu da bilmiyordum, karımdan öğrendim. Artık uygulamaya özen gösteriyorum.

     

    “Eğitim eğitim eğitim!…” diye bağırdığınızı duyar gibiyim ve acı acı tebessüm ediyorum. Dedim ya iş savurmaya geldiğinde, hepiniz, mangalda kül bırakmayacak biçimde savurup duruyorsunuz fakat “Ne yaptın?” sorusuna bir cevap bulup da veremiyorsunuz. Haydi, eğitim adına birşeyler yapın bakalım! Yapın da hepimiz görelim! Çok bilinen bir Avni Anıl şarkısı geldi aklıma:

    Aşk nedir, nasıldır, bilen, bilen var mı?
    Sevip de her zaman gülen, gülen, gülen var mı?
    Ben seviyorum demek çok kolay, çok kolay, çok kolay
    Hadi, öl denince ölen, ölen, ölen var mı?

     

    Var mı? Öğrenmek için ve öğrendiklerimizi hayatımıza yansıtmak için (“Hadi, yap.” denince) birşeyler yapan var mı, bunun için yola çıkan var mı? Eh, “Herkes, kendi tercihinin sorumlusudur.” (Kur’an-ı Kerim; Müddessir) Bunu da Rabbimiz söylüyor.

     

    Lâfı amma da dolandırdım, değil mi? Haklısınız, sadede geleyim:

    Konum; ‘beslenmeyi bilmemek ve obezite’dir.

     

    Ben burada, bilim açısından değil, akıl açısından değil, iz’an açısından değil, sadece din ve dindarlar açısından bakacağım konuya. Çünkü bir müslüman, dinin emir ve yasaklarına öncelikle Allah buyurduğu için uyar. Bir buyrukla ilgili hikmetleri ve dünyevî kazançları çok da düşünmez. Din budur, böyledir. Aslında gerçek insanca yaşam da böyle olmalıdır. Ama ardı sıra elbette hikmetler ve kazançlar sağanak sağanak yağar üzerimize.

     

    Çoğumuz, beslenme konusunda (Semavî söylemdeki) doğruları bilmiyoruz. Doğru beslenmeyi bilmiyor, doğru uygulamıyoruz. Doğru uygulayanların çoğu da bunu dinî şuurla yapmamaktadırlar!

     

    Beslenmeyle ilgili yanlışlar, genellikle çocukluktan itibaren başlıyor ve bunda anne babaların büyük sorumluluğu bulunuyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ‘ölçü’ tamamen göz ardı ediliyor. Giderek, çocuklarımız da beslenme adına yanlışlar yapan, adetâ bizler gibi yemek için yaşayan erişkinler olup çıkıyorlar. Sonrasında, toplumun yarısından fazlasının dilinden; ‘obezite, rejim yapmak, diyet yapmak, bilmem kaç adım atmak, protein, karbonhidrat, glikoz, yağ, kalori... gibi’ sözler düşmez oluveriyor. Fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik sorunlarla bir boğuşmadır başlıyor. Doğru mu?

     

    Çocuğun beslenmesinde ölçüyü elbette anne babalar ayarlar. Çocuk da ölçülü olmaya alışarak yetişir, erişkin olur. Tabiidir ki gelişme çağında olan bir çocuğun beslenme şekli bir erişkininkiyle aynı değildir. Fakat onun da bir ölçüsü mutlaka vardır. İlk ölçüsüzlük; çocuğu beslenme manyağı yapmakla başlıyor. Onun karnını tıka basa doldurmayı, beslemek sanıyor anne babalar. Yediriyor da yediriyorlar. Geğirinceye kadar, öğürünceye kadar, hattâ kusuncaya kadar. Kendileri de aynısını yapıyorlar ya! Dinimizden öğrendiğimiz şu emirleri, tavsiyeleri, yasakları akıllarına getiriverseler, Efendiler Efendisi’nin uygulamalarını göz önünde bulundursalar ya:

     

    Hiç bir insan midesinden daha tehlikeli(şerli) bir kap doldurmamıştır. Hâlbuki kişiye, kendisini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet bir kimsenin mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırsın! (Tirmizî, Zühd, 47) Lütfen dikkat! Midenin üçte birini yemeğe ayırmışsan çok yemiş sayılıyorsun! Peygamberimizin koyduğu ölçü bu.

     

    İskenderiye Mukavkısı, Resûlullah’a pek çok hediyelerle birlikte bir de doktor göndermişti. Efendimiz doktora:

    “– Ev halkının yanına dönebilirsin. Çünkü biz acıkmadıkça yemeyen bir kavmiz. Yediğimiz zaman da doyuncaya kadar yemeyiz. buyurdu. (Halebî, III, 299)

     

    Ebû Hüreyre’nin rivâyetine göre Resûlullah’a bir misâfir gelmişti. Misâfir o esnâda kâfir idi. Efendimiz onun için bir koyunun sağılmasını istedi. Misâfir getirilen sütü içip bitirdi, tekrar getirildi yine bitirdi, tekrar getirildi yine bitirdi. Böylece tam yedi kap süt içti. Bu misâfir ertesi gün sabahleyin müslüman oldu. Allah Resûlü yine ona süt getirilmesini emretti. Misâfir onu içti. Efendimiz tekrar getirtti, fakat misâfir bu kez bitiremedi. Bu hâdise üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

    “–Mü’min bir bağırsağı ile, kâfir ise yedi bağırsağı ile içer.” buyurdu. (Müslim, Eşribe, 186)

     

    “-Geğirmeyi bırak. Çünkü dünyada çok doyanlar, kıyamet gününde en uzun müddetle aç kalacak olanlardır. (Tirmizî, Kıyâmet, 37)

     

    “-Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır! (İbn-i Mâce, Et‘ime, 51) buyrularak böyle bir hareket, ölçüsüzlük olarak telâkki edilmiştir. Allah dostlarına göre ise (şeriatte) doyduktan sonra yemek israf, (tarîkatte) doyuncaya kadar yemek israf, (hakîkatte de) Allah’ın huzûrunda olduğunu unutarak yemek israftır. ÇOCUKLARIMIZI NASIL BESLEDİĞİMİZİ, NASIL YETİŞTİRDİĞİMİZİ DÜŞÜNÜN LÜTFEN!

     

    Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.” (el-A’râf 7/31)

     

    Âyet-i kerîmede Allah Teâlâ kâfirlerin yeme konusundaki tavrını, bir teşbihle şöyle anlatmaktadır:

    İnkâr edenler, dünyada sâdece zevk u safâ ederler ve hayvanların yediği gibi yerler! Onların varacağı yer cehennemdir.” (Muhammed 47/12)

    Mevlânâ, yeme içme ile insan mâneviyatı arasındaki alâkayı şöyle dile getirir:Kene gibi pis bir deriye konup şişeceğine, kuşlar gibi yarı aç ol ki fezâlarda dolaşasın.”

    Çok yaygın bir atasözünde şöyle denilir: İnsan yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir! Zîra insanlar, kıtlık zamanlarındaki açlıktan ziyade, alışmış oldukları tokluktan dolayı ölürler.

     

    Çocuğu beslemek adına tıka basa yedirerek ilk hatayı yapıyoruz, demiştik. İkinci hatamız; yeme işini öğünlere irca etmek yerine, her istediğinde, her canı sıkıldığında yapmasına izin vermemizdir. Çocuğun öğün disiplini kazanmak yerine, öğünler arasında can sıkıntısını gidermek için, eğlenmek için atıştırmalar yapması, bazı seyrek istisnalar dışında hoş değildir, hoş karşılanmamalıdır. Hele bu atıştırmalar, abur cuburla yapılıyorsa, külliyen yanlıştır. Abur cubur atıştırmak da zaten yaptığımız üçüncü hatadır. Bunlarla kalmıyor, daha nice hatalar yapıyoruz:

    Çocuğun yemek seçmesine tolerans gösterilmemelidir. Ona sadece diline damağına hoş gelen yiyecekleri hazırlamak ise, kendisine yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biridir. Yemek vaktinde, mevcut yemeğe burun kıvıran çocuk, o an için aç bırakılmalıdır. Hiç korkulmasın, bu davranışımız onu öldürmez ama doğru bir kişilik kazanmasına katkıda bulunur.

    Özellikle aile sofralarında, her kişi için, her yemek için ayrı tabaklar, ayrı bardaklar kullanılması da büyük bir hatadır. Bu hatamızın, psikolojiye, sosyolojiye ve iktisata taalluk eden yansımaları da mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. “Mü’minin artığı, mü’mine şifadır.” hadis-i şerifini ve aynı kâseye kaşık sallamanın, aynı bardaktan su içmenin aile kaynaşmasına ne ölçüde katkı sağladığını sosyologlar incelesinler lütfen.

    Sofradan, gırtlağımıza kadar doymuş kalkmak, çocuğumuzdan da bunu istemek, Peygamberimiz’in de kabih gördüğü ayrı bir hatadır. Ağzına kadar dolmuş midenin, en şerli kap olduğu unutulmamalıdır.

    Sofralarımızın mütevazı değil de binbir çeşit yiyeceklerle donatılmış olması, kişiye de topluma da türlü türlü zararlar verir.

    Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) midesi, hiçbir zaman tam dolu olmamıştır, bunu kesin olarak biliyoruz. Yine biliyoruz ki, yalnızca iki adet hurma yiyerek oruç tuttuğu günler az değildir. Yiyecek bulamadığı zaman açlığını bastırsın diye midesinin üstüne taş bağladığı da olmuştur.

    Orucun çok önemli bir ibadet olduğu aklımızdan çıkarılmamalı ve çocuklarımıza da öğretilmelidir. (Fakat, Allah rızası için değil de bazılarının yaptıkları gibi zayıflamak, sağlıklı olmak için aç kalmamız bir ibadet değildir ve oruç ibadetinin sağlayacağı hikmetleri, yararları aslâ sağlamaz. Aman buna dikkat!)

    Çocuklarımıza, sofraya konan yiyeceklerin, Allah’ın bize ikramı olduğu sık sık hatırlatılmalıdır. Nimetlerin tadına bakmağa izin verildiği ama hayvan gibi yiyip yutmanın insana yakışan bir davranış olmadığı anlatılmalıdır. Buna bağlı olarak, yemeğe besmeleyle başlanması, bitiminde de Veren’e şükredilmesi çok önemlidir.

    Her konuda olduğu gibi beslenme konusunda da bilmediklerimiz ve yapmadıklarımız saymakla bitmez, hepimiz bu konuyu öğrenmeye ve öğrendiklerimizi uygulamaya çalışmalıyız. Bu hassasiyeti gösterirsek, insanca yaşam yolunda önemli bir adım atmış oluruz.

    Sözlerimi, doğada yaşayan yaban hayvanlarıyla insanların besledikleri evcil hayvanları kıyaslamanızı isteyerek bitireyim:  Bizimle yaşayan hayvanlar bile obezdir ve hazırcıdır bugün. Onları da ne kadar kendimize benzetiyoruz!

    BÜTÜN BUNLARI ASLINDA BEN KENDİME SÖYLEDİM, HABERİNİZ OLSUN. Vesselâm.

    R.Serdar ÖZMİLLİ

     

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.