|   | 
  • Cevahir Kadri

    Hakkı Aramak ve Savunmak

     

    Bir şeyi aramak için kaybetmiş olmak mı gerekir illaki? Kaybedilmeyen bir şey aranmaz mı, aranırsa nasıl aranır? Aramak için aranılan şeyin bulmaya değer olduğunu bilmek mi gerekir? Kaybedilmesinden duyulan bir eksiklik, bir üzüntü söz konusu mu olmalıdır bir şeyi aramak için? Sorular sorular!..

     

    Bir şeyin kaybolmasından, kaybedilmesinden en çok da onun kıymetini bilenler, canından bir parça olarak hissedenler üzüntü duyabilir. Bir de yüreği merhametle dolup taşanlar, dünyanın üstüne üstüne gelmesine rağmen vicdanları hâlâ sakatlanmamış olanlar üzülebilir kaybedilenlerden. Hakkı yenenlerin ve hak yenmesinden ölümüne rahatsız olanların durumu işte böyledir.

     

    Aramak için her zaman bir şeyin kaybedilmesine gerek duyulmayabilir. Aramak için her zaman bir şeyin kaybolması da söz konusu olmayabilir. Var olduğu bir şekilde öğrenilen, bilinen bir kıymet, bir değer için de onu arama yoluna gidilebilir, bulmaya koyulabilir insan.

     

    Kıymetli bir şeyin yerini tespit ettiğimizde onu bulmak için hemen aramaya koyuluruz, öyle değil mi? Ya da sözleri, hâlleri, davranışları altından da kıymetli vicdan ve hak ehli insanların var olduğunu haber almışızdır, onlarla bir an önce buluşup görüşmenin heyecanını duyarız. Kalbimiz ve aklımız bizi hemen onları bulmaya yönlendirir ve biz onları bir an önce bulmak için hemen canhıraş aramaya koyuluruz!..

     

    Evrensel bir gerçekliktir; herkes kendi fıtratının gereğini yapar. Zulmetmekten zevk alanlar, zulmeder; onları alkış tufanında boğan yardakçılar ve alkışçıları da zulümlere yol olurlar. Hâllerinden memnun olan onlar zulmetmeye, zulme çanak tutmaya, zulmü alkışlamaya devam ederler. Ne zamana kadar? Üç günlük dünya hayatında üç kuruşluk menfaatleri bitene, menfaat muslukları kapatılana kadar!..

     

    Hakkın gücü

     

    Hakları bir şekilde elinden alınmışlar vardır; güç kullanılarak ve türlü kılıflar hazırlanarak bahaneler üretilerek hakları ellerinden alınmış olanlar. Değişik zamanlarda değişik kesimlerdendir bu hâle düşenler. Zulmedenler ve zulme uğrayanlar, hakları elinden alınanlar, bir bakıma özneler ve nesneler değişir ama değişmeyen yüklemdir; zulmetmek ve mazlum olmak. Şair Tevfik Fikret o hakşinas dizelerinde mazluma ümit ve fer olarak şöyle der “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa/Hakk’ın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.” Şu dünyada güç, gerçekten de hakkın olsa mazlumdan başka güçlü olan kalmaz; dünya gül ve gülistanlık olurdu. Heyhat, imtihan dünyası!..

     

    Başkasının hakkını hukukunu gasp ederek ellerinden alanlar, onları derin bir iştahla yiyenler aslında en başta kendilerine zulmetmişlerdir ama onlar bunun farkında değillerdir. Onları bu yanlış davranışları için uyarmak, yenen haklarını tekrar elde etmenin hâl çarelerini aramak da mazluma düşmektedir. Bu imtihan dünyasında mazlum, mazlumiyetinin gereği olarak önce hakkını arayacak ve onu elde etmeye çalışacak, sonra da hakkı yenmişlere kol kanat gerecek, onlara göz kulak olacak, akıl verecek, yol bildirecek. Körelmemiş bir vicdan sahibinin de yapacağı en önemli iş budur.

     

    ‘Süleyman’dan hakkını alır karınca’

     

    Hak yeme ve hakkını alma konusunda tarihî bir anlatı söz konusudur. Kanuni Sultan Süleyman zamanında ağaçlara karıncalar musallat olmuştur. Ağaçların ilaçlanması vb. tedbirlerle karıncaların kırımı gündeme gelir. Kanunî Sultan Süleyman Han, meseleyi Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye "Dırahta ger ziyan etse karınca/ Günah var mıdır ânı kırınca?" diyerek bir beyit hâlinde sorar. Şeyhülislam Ebussuud Efendi, padişahtan gelen bu soruya aynı güzellikle ve hakkaniyetten ayrılmadan "Yarın Hakk'ın dîvânına varınca/ Süleyman'dan hakkın alır karınca" diyerek cevap verir. Mesele anlaşılmıştır; karınca da olsa eşref-i mahlûkât olan insandan hakkını alacaktır. Bu insan bir padişah da olsa durum değişmeyecektir!..

    Ey insan, "Kork o mahkemeden ki, hâkimin kendisi şahittir." (İmam Cafer-i Sâdık) Kork, o Divan’da beraat alamamaktan, kork müflis olup ebedî hayatı kaybetmekten ve gerçekten kork yetim malı, başkasının hakkını yemiş olarak oraya çıkarılmış olmaktan!.. Asıl korkman gereken yer burası. Kullardan korktuğun, geleceğinden endişe ettiğin kadar, Allah’tan kork ve ebedî hayatın olan geleceğin ne olacak, asıl bundan endişe et!.. Fani dünya bu; bugün var, yarın yok; ebedî âlemde yok olmak da yok!.. Gönül insanı, Hak dostu Yunus Emre’nin şu sözlerine kulak vermemek ve bu yönde hareket etmemek ne büyük bir divaneliktir, öyle değil mi? “Vatan bize cennet dürür/ Yoldaşımız ol Hak dürür/ Haktan yana yönelecek/ Başka yollar dardır bize.” Hak’tan gayrı yola kapalıdır gönül!..

     

    Hakkını arayana engel olma

     

    Hakkını aramak bir insanın diğer hakları gibi en temel hakkıdır. O hakkı aramaya kim hangi seviyede engel olursa olsun, kul hakkını çifter çifter yemiş olur. Çünkü hakkı yenmiş birinin hakkını elde etmesine mâni olmak, onun çabasına ket vurmak işte, böyle çifte vebaldir. Engelleyenler bunu bilmeli. Bu vebale, gerçeği olduğundan başka türlü gösterenler de ortaktır, onlara alkış tutanlar da. Bu eylemleriyle onlar, haksızlığa maruz kalmış olana, kişinin hakkını aramasına engel olmak gibi ikinci bir haksızlığa sebep olurlar.

     

    Hakkı yenen, hakkını aramalı, asla boş durmamalı. Haklı olduğu konuda avazı çıktığı kadar usulünce ses vermelidir. Hakkı yenenler hakkını aramada ihmalkârlık ederse bu, ancak hak yiyicilerin iştahını kabartır. Haktan, haklıdan yanaysan sesini çıkaracaksın. Sanatçı İlyas Salman ne kadar da haklıdır “Kavgada sesinizi çıkarmazsanız daha çok dayak yersiniz.” der. Hakkını aramak için ses vereceksin, ses olacaksın hakkı yenenlere... Hakkını aramayanlar başkalarının da hakkının yenmesine sebep olma gibi bir durumla karşı karşıyadır.

     

    Soğuktan, karanlıktan şikâyetin varsa bir mum kuvvetinde de olsa bir ateş, bir ışık yakmak senin ilk ve önemli bir vazifendir. Bunda âhesterevlik, üşengeçlik edersen şikâyetin beyhûdedir. Zaman geçtikten sonra o ateşi, ışığı yakarsan bundan sana ancak beyhude bir yorgunluk kalır. Mevlâna’ya kulak ver de o ateşi vaktinde, zamanında yak: “Gündüz oldu mu hangi mumu yakarsan yak/Güneşin ışığına karşı rezil rüsvay olur ancak!

     

    Hakkı, hakkını doğru yerde ve ısrarla ara

     

    Hakkı ararken de onu doğru yerde aramalı, doğru bir biçimde aramalı, usul esas alınmalı. Mütefekkir Ferit Kam’a kulak ver, bir dörtlüğünde ne diyor bak: “Garâbetin bu da bir nev’idir ki insanlar/ Hakikatı bulayım der de başka yolda yürür/ tesadüf eylese bir yerde ezkaza bir gün/ Hakikat onlara, onlar hakikata tükürür” gerçeğini anla ve hakikati doğru yerde ve usulünce ara!..

     

    Hakkını ararken türlü zorluklarla, sıkıntılarla karşı karşıya kalabilirsin. Bu, seni yıldırmamalı, hakkı ve hakkını aramaktan bir an olsun asla vazgeçirmemeli. Önünde sonunda hakkını alacağına en başından inanmalı ve o inançla hareket etmelisin. Asla, ümitsizliğe kapılmamalı, ye’se düşmemelisin: Çünkü, “Koşan elbet varır; düşen kalkar/ Kara taştan su damla damla akar/Birikir sonra bir gümüş göl olur/ Arayan, hakkı en sonunda bulur.” (Tevfik Fikret) hem sonra Üstat Mehmet Akif “Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun./ Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!” der ve asla ye’se kapılmaman gerektiğini söyler.

     

    Hak ve hakikat noktasında herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Hak aramanın yegâne mercii olan mahkemelerde eskinin kadıları, şimdinin hâkimleri evrensel ve yazılı hak ve hukuktan asla ayrılmamalı, vicdanlarından başka gücün etkisiyle karar vermemelidir. İki Cihan Güneşi’nin (sallallahu aleyhi vesellem) ikazlarına dikkat ediniz: “Sizden evvelkiler soylu, itibarlı bir kimse hırsızlık yaptığında suçluyu bırakırlar, soy itibariyle daha zayıf bir kavme mensup insan çaldığında ise haddi tatbik ederlerdi ve onlar bu yüzden helak oldular. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma dahi hırsızlık yapmış olsaydı… Elbette onun da elini keserdim.” (Ebu Davud, Hudud, 4) Olması gereken âdil davranış ve yargılama bunu gerektirir.

     

    Üstat Said Nursi, Sözler namındaki eserinde, “Düstur-u nübüvvet, "Kuvvet haktadır; hak kuvvette değildir" der, zulmü keser, adâleti temin eder.” diyerek hadis-i şerifte dile getirilen gerçeği farklı kelimelerle ortaya koyarak izah eder.

     

    Her dönemde söylenen ama uygulaması nadir görülen bir durum vardır: “Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü esas olmalıdır.” Her zaman böyle davranılabilseydi “mahkemede dayın yoksa …” diye başlayan sözler hep söylenmezdi. Söyleniyorsa, hem de farklı zamanlarda farklı türevleriyle söyleniyorsa hukukta sıkıntılar yaşanıyor demektir... Bayraktar Bayraklı Hoca da bunu söyler: “Kuran, onun oluşturduğu İslam ve o dini tebliğ edip hayata uyarlayan Hz. Peygamber'in uygulamasına göre, halka tepeden bakılamaz, halk küçümsenemez, hakkını arama hakkına müdahale edilemez, hakkı için mücadele etmesine, hakkını savunmasına kısıtlama getirilemez.” (Habertürk, 14.02.2014)

     

    Çok vicdanlar karartanların, sonradan da kendisi de hakkı yenmişlerden olanların da uyanmaya hakkı var elbette. Ahmet Taşgetiren bu minvalde yetki ve sorumluluk sahibi olanlara sesleniyor: “Ben çıplak aramaya tabi tutuldum” diye bir kadın çığlık atıyorsa, onu duyacaksın. “Haksız bir şekilde terörist olarak suçlandım” diye seslenen birisi varsa duyacaksın. İçerde bir gün bile haksız yere tuttuğun insanı – kadını – erkeği – çocuğu göreceksin.” (Karar, 15.01.2021) Görüp duymuyorsan diye bir cümle kurmayacağım.

     

    ‘Zulmü alkışlayamam’

                                                                         

    Üstat Mehmet Akif, hakkaniyetli ve duyarlı vicdan sahibidir, haksızlığa tahammülü hiç yoktur. Günümüz ifadesiyle haksızlığa sıfır tolerans bir anlayışın sahibidir. Çünkü o bilir ve daima söyler ki ''Halık’ın nâmütenâhi adı var, en başı Hakk/ Ne büyük şey kul için, Hakk'ı tutup kaldırmak.” Evet, o hakkı bilir ve onu tutup kaldırmanın bir kul için ne büyük bir kıymet olduğunun farkındadır ve Asım adlı manzumesinde “Hani ruhunda o haksızlığa isyan, o huruç?”  diye sormadan edemez. Sonra da hakkaniyetli sesiyle şöyle haykırır: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem./…/Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,/ Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!/ Adam aldırmada geç git!, diyemem aldırırım./ Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!” Ah, neredesin Üstat, yokluğun çok, çok hissedilir oldu!.. Vicdan sahibi olanlar hep aynı tınıda ses verir; şair Ahmet Tufan Şentürk de ehl-i vicdandır, öyle söyler: “Karşı koymuyorsan haksızlıklara/ Habersizsen ezilenlerden öldürülenlerden/ Kurtulamazsın, kurtulamazsın kendinden

     

    Hakkı kaldırmanın bedeli

     

    İnsan hakkı söylemeli, düşmüşse hemen kaldırmalı onu. Bunu yaparken de bazı bedellerin ödeneceğini de baştan hesap etmeli! Nitekim, Yenişehirli Avnî de bunu hatırlatır: “Avnî nice ibrâz-i kemal eylesün âdem/ Bir yerde ki hak söyleyeni dara çekerler”. Atalarımız da bu gerçeği işaret ederek “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” demişlerdir. Hakkaniyetli insan odur ki dokuz köyden kovulsa da onuncu köyde hakkı, gerçeği söylemeye devam eder, etmelidir de!.. Birçok bedel ödemiş, vatan hainliğiyle suçlanmış, vatan hasretiyle yanarken hayata veda etmiş şair Nazım Hikmet de “Sen yanmazsan, ben yanmazsam/ Biz yanmazsak/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyerek aydınlanma için bir ateşin yakılması gerektiğini söyler, bu ateşin madeni aydınlanmayı isteyen olsa bile!..

     

    Modern Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Hakikati konuşmaktan korkmayınız.” ve “Herhalde âlemde bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir.”  Diyerek bu konudaki tavrını gerçeğin konuşulmasından, hakkın yerine gelmesinden, getirilmesinden ve adaletin tesis edilmesinden yana koyar.

     

    Kim hakkının yendiğini düşünüyorsa onu müspet ve yasal yollarla aramanın çarelerine bakmalıdır. Bu bir dilekçeyle de olsa böyledir. Sen tavrını hakkını sana vermeyene göre belirleme; sen bir dilekçe yaz, vermediler mi; bir daha yaz, bir daha, bir daha!.. Hakkını alıncaya kadar. Hakkını istemek senin en temel ve yasal hakkın. Haksızlığı kendilerine hak ittihaz edenlere karşı en masum bir tavrın! Bu, aynı zamanda, kavli duanın yanına fiili duanı da katmandır. Malumdur ki dualar hem kavli hem fiili olursa kabule karin olur! Hem bu, sözün eyleme dönüşmesidir bir bakıma!

     

    Son söz Üstat Said Nursi’den: “Hakkın hatırını kırmayacağım! Hakikatı söyleyeceğim! Zira hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez! Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hak sağ olsun!...” Vesselam!..

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.