|   | 
  • Cevahir Kadri

    Herkesi İhtiyarlatan

    Birçok anlama gelse de dünya en genel itibariyle “Güneş sistemine bağlı gezegenlerden biri olan yer yuvarlağı, küre-i arz.” veya “içinde yaşamakta olduğumuz yeryüzü, yer küresi, arz, cihan” anlamlarına gelir. Kubbealtı Lugatı’nda kelime böyle izah edilmiş. TDK Güncel Türkçe Sözlük’te ise bu kelime, “üzerinde yaşadığımız toprak ve denizler, yeryüzü.” olarak açıklanmış.

     

    Hem belli bir süreliğine bu dünyaya gönderilen insanın hem de bu dünyanın bir ömrü vardır. Allah’ın yarattığı her varlık, fanidir, sonludur, ölümlüdür. Dünyada yaşananlar, dünyayı da ihtiyarlatmış; o da kendi akıbetine doğru yol alıyor.

     

    İnsanlığın atası ve ilk peygamber Hz. Âdem (aleyhisselam) ile insan bu dünyada yaşamaya başlamıştır. Bu dünyafanidir, burada yaşayanların da fani olduğu gibi. Yani ki hiç kimse burada kalıcı değil.

     

    Dünya hayatımızı bebeklik/çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık yani yaşlılık gibi dönemlere ayırmak mümkün. Her bir dönemin acısıyla tatlısıyla kendine has güzellikleri, özellikleri vardır. Bebeklik/çocukluk dönemi insanın bir başkasına, anne babasına en çok muhtaç olduğu dönemdir. Bu dönemi için Allah, ona anne ve babasını “hizmetkâr” eylemiştir. Hizmetkâr, “hizmetçi” demek.Kelime günlük anlamda böyle kullanılıyor olsa da tam olarak aynı anlamı çağrıştırmaz. Hizmetkâr demek, hizmet etmesi ona “kâr” olan demektir. “Hizmetçi” kelimesinde bu anlam var mı? Elbette yok. İnsan, çoluğuna çocuğuna hizmet ederek, onların bakım ve görümlerini yaparak sevaba nail olur. Çoluk çocuğu için harcadığı her şey, onlara ikram ettiği, yedirip içirdiği, giydirdiği hasılı ne tür zahmetlere girip masraflar ettiği ona sadaka olarak yazılır.

     

    İnsan, bu dünyada yaşarken zaman içerisinde belli bir olgunluğa erişir mi, ihtiyar bir hâl alır mı? Evet, erişir ve alır. Bu, her bir dönemine hasredilen zaman içerisinde olduğu gibi bazen yaşananlar onu daha çabuk olgunlaştırır. Yaşananlardan haz alınan, mutluluk duyulan, gülüp eğlenilen, rahat ve rehavet içerisinde geçirilen günlerin insanı vaktinden önce olgunlaştırması mümkün değil. Peki insanı vaktinden önce olgunlaşmasına sebep olan asıl husus nedir? Bu sorunun içimizi üzen bir cevabı vardır: acılar.

     

    İnsan acılar içerisinde daha çabuk olgunlaşır. Bu, öyle doğal seyri içinde gerçekleşen olgunlaşmalardan değildir. Öyle dertler, sıkıntılar, tahammülü zor hastalıklar vardır ki insanı birden yedisinden yetmiş yedisine taşır; o derece hızlı, o derece çabuk olgunlaştırır insanı. Daha bıyığı bile terlemeden bir bakarsın ki saçları bembeyaz oluvermiş.

     

    Her insan acılar dönemine denk gelmeyebilir. Dünyanın iki hâli var: Bir savaş hâli bir de barış hâli; bir huzur ve mutluluk dönemi var, bir de huzursuzluk ve ıstıraplar dönemi. Barış, huzur ve mutluluk dönemlerinin imtihanı başkadır; savaş, huzursuzluk dönemlerinin imtihanı başka. Birinde varlık, zenginlik karşısında şımarmama,azgınlığa düşmeme, “Karunlaşmama” gibi çekici fitnelere karşı kendini koruma söz konusu. Diğerinde ise mahrumiyet, mazlumiyet, yokluk, hasret, ayrılık, acılar denizinde yol alma, isyan etmeden sabır gösterme gibi durumlarla sınanma!..

     

    Dünyanın birçok yerinde insanlar, bilhassa Müslümanlar acılar, sefaletler, zulümatlar, mazlumiyetler içerisinde iki büklümdür. Dünyanın silah üreticileri silahlarını ne yazık ki önce bu Ortadoğu coğrafyasında, İslam coğrafyasında test etmektedirler. Birçok Müslüman yok yere hayatından edilmekte, ülkeleri huzursuzluk batağına sürüklendikçe sürüklenmektedir. Rahat bir gün yüzü görmeden çocuklar büyümekte; evsiz yurtsuz, zaman zaman annesiz yahut babasız, yokluk ve yoksulluk içerisinde geleceğe yürümektedir.

     

    Yaşadığımız dünyanın son on yılına şöyle bir baktığımızda Keşmir’de, Arakan’da, Kafkasya’da, Afrika’da, Libya’da, Mısır’da, yıllardan beri Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve son yıllarda ülkemizde yaşananlardan bebekler, çocuklar, ergenlik çağındaki gençler nasıl etkileniyor? Büyükler bunun bir hesabını hiç yapıyorlar mı acaba?

     

    Genelde bir insanın, özelde bir çocuğun en önemli hakkı huzur ortamında bu dünya hayatını özgür bir şekilde yaşaması değil midir? Bugün, bebeklik çağını, hapishanelerde annelerinin yanında, mülteci kamplarında yoksulluk içerisinde, huzurdan azade geçiren bebeklerin yaşadığı bir hayat ile el bebek gül bebek büyüyen çocukların hayatları bir olabilir mi? Bebeklerin, o masum sabilerin ne günahı var? Anne babaların“şüpheli” konumunda olması çocukları “şüpheli” kılmıyor. Yargılanan büyükler ama onların cezasını küçükler çekiyor.

     

    Hayatını köy şartlarında geçiren bir insanın bünyesinin zaman içerisinde aldığı şekil ile şehirde bilek gücüne dayanmayan bir hayatı yaşayan insanın zaman içerisindeki değişimi hiç aynı olabilir mi? Bedenin yıpranmışlığı bir olmuyor elbette. İnsanın ruhen ıstırap duyması da bedeni çok yıpratır.

     

    Hayatının ilk dönemleri Osmanlı coğrafyasının bir şehri olan Lübnan’da geçen, şair ve yazar Halil Cibran’a bir kulak verelim: “Acıyı tatmayan mutluluğu göremez asla. Çünkü acı olmadan mutluluk nedir bilmez insan. Bir şeyi anlamanın en iyi yolu zıddını tatmaktır önce.” Bütün bilim insanları da öyle dememiş mi zaten: “Her şey zıddıyla kaimdir ve zıddıyla bilinir.” Karanlık olmasaydı aydınlık nedir bilebilir miydik? En önemlisi de aydınlığın kıymetini bilebilir miydik? Ortadoğu’nun o acılar ülkesinin çocuklarından Halil Cibran yine diyor ki “Acınız, anlayışını çevreleyen kabuğu kırar. Nasıl meyvenin de kabuğunun kırılması gerekiyorsa siz de acıyı tatmalısınız!” Evet, bahsi geçen coğrafyanın talihsiz çocukları bu kabuğu hep kırmıştır, acıları hep tatmıştır. Ama ders alma konusu ise pek mümkün olmamıştır.

     

    Hani hep sorarlar; çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? Elbette kiçok okuyup çok gezen. Ama ben buna önemli bir şeyi ilave edeceğim: Çok yaşayan bilir. Evet, bu dünya hayatını çok yaşayan bilir. Yaşayan dediysem hayatı bir eli yağda bir eli balda geçenler değil. Türlü acılar ve mahrumiyetler, mazlumiyetler içerisinde geçenler bilir. İhtiyarların sözü neden önemlidir? Görmüş geçirmişlikleri vardır da ondan. Söz yine Halil Cibran’ın: “Yaşlılardan tavsiye alın, onlar yılların çok yüzünü görmüş ve hayatın seslerini işitmiştir. Öğütleri canınızı sıksa bile onlara mutlaka kulak verin.” Evet, hayatında feleğin çemberinden geçen ile dünyada cennet hayatı yaşayanların söyleyecekleribir olur mu hiç?

     

    Dünyanın en etkili ve aynı zamanda yetkili kimselerin bulunduğu bir ortama çağırıyoruz seni,onlara “Onlara, neler anlatmak istersin?” diye sorsalardı, ben tereddütsüz şunları söylerdim: “Bebekleri, çocukları, ergen gençleri çabuk yaşlandıracak, onları çabuk olgunlaştırıp ihtiyarlatacak olaylarla karşı karşıya getirmekten kaçının. Onlara acılar, eziklikler, ötekileştirilmiş duyguları yaşatmayınız!

     

    Önceki gün, Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde PKK'lı teröristler tarafından askeri araca düzenlenen saldırıda ağır yaralanan ve kaldırıldığı hastanede şehit olan Er Zekeriya Altunok, Kayseri'de son yolculuğuna uğurlandı. Şehidimiz, önce polislikten ihraç edilmiş, on altı ay cezaevinde kaldıktan sonra yargılanmış beraat etmiş. Ama mesleğine henüz döndürülemeden askerlik vazifesi için askere çağrılmış. Vatani görevini yaparken yaralanmış şehitlik mertebesine erişmiş.

     

    O şehidimizin yaşadıkları, eşinin, çocuklarının yaşadıkları tam bir dram. Öyle değil mi? “Hain ve terörist olarak görülme çizgisi”nden“eller üstünde taşınmaya, devlet töreni ile uğurlanmaya” giden bir yaşama çizgisi! İlk kırgınlıkların, üzülmelerin, çekilen acıların telafisi ancak şehit olduktan sonraya mı kalmalıydı?

     

    Büyükler, birçok şeyi kaldırabilir. Ama ya çocuklar? Onlar, bu kadar ağır yükü cılız omuzlarında taşıyabilir mi, mümkün mü bu? Aslında her şeyi anlatıyor çocukların bakışları. O bakışların anlatımlarından kaçmak mümkün mü?

     

    Bebekleri ve çocukları bile ihtiyarlatan savaşların, süreçlerin, sıkıntıların bir an önce sona ermesi, insanların, ülkelerin huzura kavuşması için merhum Bahattin Karakoç’un TDV tarafından 1992 yılında açılan yarışmada birincilik ödülü alan Beyaz Dilekçe adlı şiirindeki ifadeleriyle Yüce Mevlâ’ya yalvaralım:

     

    Ey, insanı kalbiyle kilitleyen ve açan;

    Ey, karanlıklar yırtıp zâtından nurlar saçan

    Sâdıku'l-Va'dü'l-Kerîm ve Kahhâr- ı Zü'l-Celâl!

    Hayırlı amel varken kim ister hayırsız mal?

    Dünya çürük bir tekne, batıp batıp çıkıyor,

    Mal da put, makam da put, kabuk özü sıkıyor.

    Güzel, çiçek çıkarmış, iki yüzü de çopur;

    Her işin çarkı hile, kalmadı bereket, nur.

    Ey, mazlûmun hakkını zalimde bırakmayan

    Özünde odun-ateş olmayanı yakmayan,

    Aşkın yanıklarını başka türlü yandırma,

    Dünyada ve ukbâda sen bizi utandırma!”

     

    İlahi, cümlemizi çabuk çabuk kocaltan ağır hadiselerle imtihan etme!

    İmtihanımızı kolay kıl, başarıyla geçerek mağfiretine erenlerden eyle!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.