|   | 
  • Nurettin Bilgen

    İNSAN VE İSKÂN

    Selamların en güzeliyle… İnsanın varoluşu ve ortaya çıkışı dünyadaki tüm oluşumların son evresi olan 4. Zaman’ın ikinci evresinde olup ılıman çağların gerçekleştiği “Buzul Çağı sonrası” ılıman dönemdir. İlk insanlar da bugünkü gibi zekâ sahibiydi ve duyguları vardı. Ancak sosyo-ekonomik ve kültürel düzey bilim ve sanat henüz çok ilkel belki de minimum düzeydeydi.

    Tarih öncesi çağların büyük bir kısmı geride kalıp “Tunç Çağına “gelindiğinde dünyanın belirli noktalarında nüfus giderek artmıştı. O zamana kadar avcı, toplayıcı ve göçebe bir yaşam tarzına sahip olan insanlar, bundan sonra artan gıda ihtiyacını temin etmek, güvenlik sağlamak ve ticari faaliyetlerde bulunmak için, iç bölgelerin düzlüklerinde bir ırmak boyunda ve verimli alüvyonlu topraklar üzerinde “yerleşerek” ekip biçme yapmak zorunda kaldılar. Bu da yeni bir zorunluluğu getirdi;  yüksekçe tepelerin eteklerinde evler kurdular. Genellikle bu küçük tepecikler (Hüyük) güvenlik için çevreyi gözetleyebilecekleri bir noktada bulunuyordu. Nüfus arttıkça bilim, zanaat, araç gereç ve her türlü kültür faaliyetleri, tarım ve hayvancılık da gelişti. Köyler kasabaları, kasabalar da şehirleri doğurdu. Mesken yapıları ve malzemeleri de gelişip önceleri doğal barınak, mağara ve kulübeler şeklinde iken giderek kerpiç, ahşap ve taş yapılar hâline dönüştü.

    İbni Haldun bu konuda (1332-1406) “İnsanlar ya bedevidir ya da medenidir.” demiştir. Buradaki tasnif mecâzi olmayıp iskân şekli olarak insanların ya kırsal yerleşmelerde yani kom, yayla, divan, oba, mezra, köy ve kasabalarda veya şehirlerde yaşadığını anlatmak içindir. Öyle ki kırsal alanlarda yaşayıp uygar olan, şehirlerde yaşayıp uygarlaşamayan nice insanlar ve topluluklar vardır.

    Yakın çağlarda ve günümüzde yerleşme ve iskân durumu hızla değişiklik göstermiştir. Nüfus artışının yanında köylerin kasabaların özel konumları gereği giderek gelişmesi ve ekonomik fonksiyonlarının canlanması sonucu kırsal yerleşmeler azalırken kentsel yerleşmeler hızla çoğalmıştır. Bu durum iskân coğrafyası açısından olumsuz sorunsalları da beraberinde getirmiştir. Hızlı ve çarpık kentleşme dediğimiz sorunlar bunun bir sonucudur.  Dünya nüfusunun yarıdan fazlası %54,3’ü, ülkemizin nüfusunun da %76’sı şehirlerde yaşamaktadır. Bu bağlamda 21.yy’da kırsal yerleşmelerin özellikleri ve sorunları ile şehirlerin özellikleri ve sorunlarına ışık tutmamız gerekir.

    Önümüzdeki haftalarda kırsal yerleşmeler ve şehir yerleşmelerini ayrı ayrı ele alacağız. Yazımızın ikinci kısmında tekrar gönül coğrafyamızdaki seyahatimize devam edelim.

    Medine’de eşsiz dört gün

    1. GÜN: Mekke’de geçen 10 günümüz Mekke'de değil sanki ayrı bir âlemde geçmişti. Şimdi Medine bu güzel âlemin daha güzel bir boyutu gibiydi. Doğruca geldiğimiz Mescid-i Nebevi ziyaretini bitirip ve orada kıldığımız sabah namazından sonra kalacağınız otele hareket ettik, aracımızı otelin arkasında yer alan geniş açık otoparka park edip eşyalarımızı taşırken sürpriz bir manzara ile karşılaştık: aramızda bulunan öğrencilerden yaşları henüz 15-16 olan birkaçı yaşıt yani akran Arap arkadaşlarıyla buluşmuşlar ve garajın bir kısmında futbol maçına başlamışlardı. Kafilemiz Trabzonlu olunca “Bize her yer Trabzon” deyimi gerçekliğini burada da ortaya koyuyordu.

    Medine içinde çevreyi gezme ve tanıma amaçlı yürüyerek birçok yeri dolaştık. Medine, Mekke'ye göre hem düz bir alana kurulmuş hem yeşil alanları daha fazla, iklimi de daha mutedil yani ılıman idi. Hurma üretimi hemen yakın çevresindeki geniş hurma bahçelerinde yapılıyordu.

    Cennetü’l-Baki, Mescid-i Nebevi'nin hemen güneydoğu tarafında genişçe bir tümsek ve üzerindeki düzlük üzerinde yer alan tarihi mezarlığa verilen addır. Hz. Peygamber’in birinci derece akrabaları ve sahabe kabirleri burada bulunur. Hz. Peygamber (sav), Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir'in kabirleri ise “Yeşil Kubbe” adı verilen ve Mescid-i Nebevi'nin güneydoğu köşesinde ve iç kısımda yer alır.

    Cennetü’l-Baki ile Kubbetü’l-Hadra [yeşil kubbe] arasında mesafe ancak 50-60 metre kadardır. Hep beraber ikindi namazı sonrasında Cennetü’l-Baki'ye geldik. Ehl-i Beyt’in mezarlarını, sahabelerin mezarlarını dolaşıp hep birlikte dua ettik. Mezarlar Türkiye'deki mezarların aksine isimsiz ve çok basit yapıda idi. Mezarların üstü toprakla örtülmüş olup başuçlarına birer isimsiz taş konulmuştu. Cennetü’l-Baki Mezarlığı ziyaretinden sonra gezme sırası   kaldığımız otele yakın ve yol üzerinde yer alan Benî Sakife Sofası ve bahçesine gelmişti.

    Demokrasiyle İslam'ın buluştuğu ilk meclis: Beni Sakife Sofası. Hazret-i Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) 23 yıl süren peygamberlik hayatı 63 yaşında iken Medine'de ahirete irtihali ile nihayete erdi. O’nun vefatı en başta Hz. Ömer, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Ayşe ve Hz. Fatma olmak üzere tüm sahabeleri derin üzüntüye ve kedere sevk etti. Öyle derin bir üzüntü ve şaşkınlık yaşadılar ki bir ara Hz. Ömer: "Kim Peygamber’in öldüğünü söylerse onun başının şu kılıçla vururum!" diye haykırdı. Hz. Ebubekir ortamı yatıştırmak için şöyle dedi: “Kim Allah'a inanıyorsa bilsin ki Allah bâkidir. Kim ki Hazret-i Peygamber’e inanıyorsa bilsin ki o bir beşerdir yani insandır, fânidir ve şimdi vefat etmiştir.” şeklinde orada bulunan Müslümanlara doğruyu ve gerçekliği telkin etmiştir.

    Bu ağır ve çok elîm hadisenin ardından Hazret-i Peygamber defnedildi ve ardından ileri gelen sahabeler başta Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali olmak üzere toplandı. İşte bu yüce heyetin toplandığı yer, İslam’ın ilk demokrasi ile buluşmasının yapıldığı yer: “Benî Sakife Sofası” adı verilen, bugün yeşil alan ve park olarak kullanılan, korunan yerdeydi.

    Bu arada Beni Sakife Meclisi’nde toplanan bu yüce meclisin Âli heyeti Hz. Peygamber’in vefatını müteakiben, kimin İslam toplumunda yönetici olacağı yani İslam Devleti’nin başkanının seçileceği konusunu gündemine aldı ve çok hararetli tartışmaların yaşandığı bu Meclis’te Hz. Ebu Bekir'in halife yani devlet başkanı olmasına oy birliği ile karar verildi. Bu olay, tarihte bir ilk olma özelliği yanında çok büyük bir demokratik başlangıç idi. Bundan sonra halife ve idareci belirlenmesi durumunda bu bir demokratik başlangıç ve örnek özelliği taşıyordu.

    2. GÜN UHUT: Kafilemizin çoğunluğu Maçkalı öğrenci ve öğretmenlerden oluşuyordu. Hepimizi, dolu dolu geçen bir günün ardından yine çok yoğun bir ziyaret programı bekliyordu. Kûba Mescidi, İki Kıbleli Mescit yani Mescid-i Kıbleteyn, Cuma Mescidi, Yedi Mescitler, Hendek Savaşı alanı ile Uhut Savaşı’nın yapıldığı Uhut Şehitliği vardı. Sabah erkenden yola çıkıldı ve önce Uhut’a gidildi. Uhut Savaşı, Müslümanların müşriklerle yaptıkları en büyük savaşlardan ikincisi idi. Uhut Dağı’nın yüksekliği 110 m. olup  çevresi ise 8 km kadardır. Uhut Dağı’nın güneye bakan eteklerindeki düzlüğün ortasında bugün Uhut Şehitliği ve Hz. Hamza'nın mezarı vardır. Ayneyn Geçidi veya Okçular Tepesi de Şehitliğin yakınındadır. Uhut Savaşı bu küçük tepe ile Uhut Dağının arasındaki düz alanda gerçekleşmiştir. Ayneyn Geçidi’nde görevli olan okçular, savaş bitti sanıp “Ganimet paylaşıldığını görseniz bile bulunduğunuz bu tepeyi terk etmeyin!” emrini unutarak düze indiler.

    Müşriklerin komutanı Halit bin Velid çok stratejik bir karar aldı ve “Geri çekiliyoruz.” diyerek orduyu hızla dağın kuzeyinden doğuya doğru Uhut Dağı’nın yaklaşık 8 km. çevresini dolaşıp ganimet toplamaya başlayan Müslümanları arkadan vurdu. Burada Müslümanlar 74 şehit verdi.

    Bu duygularla oradan ayrılan kafilemiz, Hendek Savaşı'nın yapıldığı Yedi Mescitler’e doğru yola çıktı. Burası Uhut'un güneyinde Medine'nin batısında yer almaktaydı. Hendekler, yıllar içerisinde doğal olarak dolup kaybolduğu için buraya yedi tane mescit vardı. Buraya bu nedenle "Yedi Mescitler" denilmiştir. Bu mescitlerin isimleri Peygamber’imizin en yakınlarının ve sahabe büyüklerinin adlarını taşıyordu. Birer birer, mescitlere uğradık ve dua ettik; ayrıca bu noktada naçizane Yedi Mescitlerden birisi olan Hz. Fatımatü’z-Zehra Mescidi’nde iki rekât namaz kılıp dua ederken "Allah’ım eğer bir kızım olursa adını ‘Fatma Zehra’ koymak istiyorum." dedim. 1995 yılında İzmir’de doğan kızımın adını Fatma Zehra koymak nasip oldu.

    CUMA MESCİDİ, MESCİD-i KIBLETEYN VE KUBA MESCİDİ

    Kafilemiz buradan hareketle ilk cuma namazının kılındığı Cuma Mescidi’ne, oradan İki Kıbleli Mescid'e (Mescid-i Kıbleteyn) uğradı; ardından da Müslümanların ilk mescidi olan Medine’nin güneybatısındaki Ranuna Vâdisi’nde bulunan Kûba Mescidi'ne geçti. Bir ara ben kafileden ayrılıp caminin bitişiğindeki hurma bahçesine girdim. Büyük bir hurma bahçesinin içinde gezinip ve hurma ağaçlarının sulanmasını izledim. Hurma bahçesinde hurma ağaçlarının fotoğrafını çektim. Buradan ayrılıp mescidin karşısında yer alan Türkiyeli bir tüccarın burma bahçesiyle yan yana olan hurma ticareti yaptığı işyerine gittik. Burada isteyenler hurma ağaçları arasında gezinip dalından hurma yiyebiliyor ve dükkândaki her çeşit hurmadan da satın alıp memleketine hediye olarak götürebiliyordu.

    Mescid-i Nebevi

    Kuba Mescidi hem Medine'nin biraz uzağında hem de küçüktü. Birçok fonksiyonunu yerine getiremiyordu. Bu sebeple Hz. Peygamber Ensar ve Muhacirlerin de taleplerini değerlendirdi. Medine (Yesrib) şehrinin merkezindeki yeşillik, bağlık bahçelik ve düz alanda yer alan yerde çok fonksiyonlu büyük bir mescit inşa etmeye karar verdi.  Bu Mescit, aynı zamanda bir devletin idare merkezi yani meclis, bir okul, bir misafir ağırlama yani konuk evi ve Hazret-i Peygamber’in evi gibi kısımları da içerecekti. Suffa Mektebi adıyla da bir okul da açılmıştı. Daha hicret olmadan önce Hz. Peygamber, Mekke'de Akabe adı verilen yerde Medine'den gelen ve Müslüman olan Ensar ile görüşmüştü. Onlara da öğretmen olarak Mus'ab Bin Umeyr'i göndermişti.

    Kubbetü’l-Hadrâ [Yeşil Kubbe]

    622 yılında Hazret-i Peygamber 63 yaşındayken rahatsızlandı: yerine mescitte namazları kıldırmak üzere Hz. Ebu Bekir'i vekil kıldı. Ramazan'ın 27. gecesinde rahatsızlığı iyice arttı ve ahirete irtihal etti, Rabbine kavuştu. Mübarek Naaşı, Mescid’in doğusundaki bugünkü yerine (Yeşil Kubbe’nin altına) defnedildi. Rabbim, şefaatine nail olan kullarından eylesin inşallah!

    Gelecek hafta yazılarımızda Gönül Coğrafyamızda yaptığımız gezileri size aktarmaya devam edeceğim. İnsanın olduğu her yerde her ne oluyorsa gezip görüp paylaşacağız.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.