|   | 
  • Cevahir Kadri

    Seccade

    “Seccaden kumlardı.../ Devirlerden, diyarlardan/ Gelip göklerde buluşan/ Ezanların vardı.// Mescit mümin, minber mümin../ Taşardı kubbelerden Tekbir,/ Dolardı kubbelere "amin"!// Ve mübarek geceler, dualarımız,/ Geri gelmeyen dualardı./ Geceler ki pırıl pırıl,/ Kandillerin yanardı!”


    Yazıma, bir geleneğin, İki Cihan Güneşini methetme ödevinde olan naat şiirleri yazma geleneğinin Cumhuriyet Döneminde yeniden canlanmasına vesile olan şair, merhum Arif Nihat Asya’nın “Naat”ından bir bölüm ile başladım. Peki, bu şiirden bu bölümü alıntılamadaki maksat neydi?


    Geçen günlerde, ana muhalefet liderinin paylaşılan bir fotoğrafı üzerinden yapılan tartışmalar Türkiye’nin gündemini meşgul etmektedir. Fotoğrafın özelliği neydi? Fotoğrafta ana muhalefet lideri ile birlikte fotoğraf çektirenlerin fotoğraf çekilirken yerde serili, seccade olduğu iddia edilen küçük halıların üzerine ayakkabı ile basmış olmaları. Muhalefet, bu olayla, daha dikkatli hareket etmesi gerektiğini anlamış olmalı.


    İktidar ve müttefikleri mal bulmuş mağribi gibi karşı tarafın özür beyan eden açıklamalarını dikkate almaksızın neredeyse yüzyıllık bir geçmişi bu fotoğrafın üzerine boca etmekten geri durmamakta, toplumu bu fotoğraf üzerinden toplumu germeye, ayrıştırmaya, güya kutsala sahip çıktığını göstermeye gayret etmektedir.


    Bir kere tartışmanın odağındaki nesnenin, o eşyanın bir seccade olduğu iddia edilmektedir. Peki seccade nedir? Coğrafyamızın farklı yerlerinde farklı isimlerle anılan, bez, küçük halı ve benzeri dokuma parçasıdır ve namaz kılınan zeminin, secde edilen alanın temiz olması gereği ve hassasiyetinden hareketle ortaya çıkan, üretilen bir nesnedir.


    Kelimeyle ilgili olarak TDV İslam Ansiklopedisi “seccade” maddesinde şu bilgilere yer verilir: “İlk dönem kaynaklarında, Türkiye’de namazlağ veya namazlık da denilen yaygının Arapça adı seccâdeye (secdeden) rastlanmaz. Ancak bazı muahhar kaynaklar, ilk dönemlerde üzerinde namaz kılınan halı-kilim türü yaygılardan seccade olarak söz eder. Hz. Peygamber’in, üzerinde namaz kıldığı hurma lifinden dokunmuş küçük hasır kaynaklarda humre (örtü) adıyla geçmektedir (Buhârî, “Ṣalât”, 21; Müslim, “Mesâcid”, 270). Abdullah b. Ömer’in bir halı seccadesi (tınfise) olduğu rivayet edilir (Müsned, II, 56). İbn Teymiyye, İmam Mâlik’in, Abdurrahman b. Mehdî’nin Medine’ye geldiğinde mescide bir seccade sermesini hoş görmediğini ve onu bid‘at saydığını söyler (el-Fetâva’l-kübrâ, II, 33). Abbâsî Veziri Hâmid b. Abbas’ın yolculuğa çıktığında beraberindekilerle birlikte namaz kılmak için yanında 400 seccade bulundurduğu bilinmektedir (İbnü’l-Cevzî, VI, 180). İbn Kesîr’in nakline göre 583’te (1187) Kudüs fethedilince Mescid-i Aksâ temizlenip kandiller asılmış ve seccadeler (büsût) serilmiştir (el-Bidâye, XII, 324).” (Nebi Bozkurt) Maddenin devamında seccadenin dini kültürel bir nesne olarak yaygınlaşması ve buna bağlı şekilde tarihî gelişimi ele alınmaktadır.


    Bazı alimler tarafından bidat olarak da nitelenmiş bir nesnedir. Burada bidat olarak belirtilen seccade, var olan halının üzerine serilen mi yoksa kumların üzerine serilen halılar mıdır? Burası tam olarak belirtilmiş değildir. Hz. Peygamber (sav) zamanında Mescid-i Nebevi’nin zemininin kum olduğundan hareketle bunun genel halı olarak seccade olduğunu düşünebiliriz. Bir de şu var: Bir eşyaya kutsiyet atfetmenin kaynağı nedir?


    Seccadenin en belirgin özelliği Müslümanın asli vazifelerinden olan namazını temiz bir zeminde eda edebilmesine imkân veren bir nesne, bir eşya olması ve namaz mahallinin temiz olmasını sağlamasıdır. Ondan öte başka bir anlamı da yoktur. Çünkü “İslam'ın kutsal saymadığı bir şeye kutsiyet atfedilemez. Seccade, namaz kıldığınız temiz bir bez parçasından başka bir şey değildir.” (Sacit A.) Zaten seccade namaz kılarken kullanılır, namaz kıldıktan sonra toplanıp kaldırılır. Kaldırılmıyorsa bir bakıma zemini örten, iç mekânın parçalarından biri hüviyetindedir artık. Bir şey kirlenmişse yıkanır, temizlenir.



    İslam kolaylık dinidir. Müntesiplerinin daha kolay ve rahat ibadet edebilmeleri konusunda Allahu Teala’nın büyük kolaylıklar ihsan ettiğini, bu bağlamda yeryüzünün bir mescit kılındığını da hatırlatalım. Erdem Bayazıt “Sürüp Gelen Çağlardan” şiirinde şöyle der: “Yeryüzü bana mescit kılındı/ Ant verdim toprak şahit tutuldu/ Her sabah her öğle her akşam/ İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak/ Seslerden bir sesle fırınlanıp/ Sularla polatlanan benim”


    Müslüman, temizdir, “temizlik imandan”dır, her daim “hayır söyleyen”dir, “yalan söylemeyen”, “elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimse”dir. Bu hadislerle de sabittir. Müslüman yalan söylemediği gibi “kendisine gelen bir sözün doğruluğunu araştıran”, “iftira ve dedikodularla hareket etmeyen” kimsedir. İşlerini adaletle gören, kul hakkı yemeyen kimsedir. Bütün bunlar da ayetlerle sabittir.


    Allah Teâlâ, her hafta hutbenin sonunda okunan ayet-i kerimede en başta adaleti emrediyor: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90) Müslüman, bu ayet-i kerimeye göre bütün işlerini adaletle yapmak, başkasına iyilikte bulunmak, yakınlara yardım etmekle emrolunmuştur. Öte yandan da hayâsızlık fenalık ve azgınlık yapması da yasaklanmış, bunlardan men edilmiştir.


    Hâl böyleyken içinde bulunduğumuz topluma, toplumun sevk ve idare edenlerin konuşmalarına, hâllerine, fiil ve davranışlarına, icraatlarına bir bakalım: Ne kadarı emredilen ve yasaklanan çerçevededir. Hem fert hem de toplumu idare edenler, bütün bu İlahi emre karşı geliş eylemleri gerçekleştirilirken biri diğerine uyarmış ve bu yol “çıkmaz sokak” demiş midir?


    Hiçbir dinde ve evrensel hukukta yeri olmayan iltisak ve irtibat gibi ucube kavramlar ile fertlerin türlü hakları gasp edilip elinden alınırken “Siz ne yapıyorsunuz, bu insanlığa ve dinin özüne ve hakikatine aykırıdır!” diye karşı bir duruş sergilemiş midir, yoksa siyasi aktörlerin zulmü esas alan söz ve kararlarını ellerini patlatırcasına “Oh olsun!” diyerek alkışlamış mıdır ve “Bunların kadınları, kızları, malları helaldir helaaal!” diye keyfi meydan fetvalarının peşinden coşarak koşarak mı gitmiştir? Sonradan kapatılan bir kitabevine saldırıp Kur’an-ı Kerim ve dini kitapların bulunduğu bölümdeki kitapları tepen topluluğa karşı ses çıkarabilmiş midir, bunları bu kadar yüksek sesle karşı çıkabilmiş midir? O gün bunları yapmadıysa bugünkü hâlinde samimiyet nerede?


    Dün dinin, diyanetin, hukukun, insanlığın özüne taban tabana zıt uygulamalar karşısında hayır diyemeyenler, bugün sırf muhalefet liderinden gayri ihtiyari sadır olan ve dinde kutsiyeti olmayan, sadece temiz mekân olmasına vesile bir eşya üzerinden güya kutsallara, dini değerlere sahip çıkıyorlar!.. “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Kişinin görünür rütbe-i aklı eserinde!” (Ziya Paşa) düsturu gereği bunların sahip çıktıkları kutsallar, dini değerler ve erdemlilik değil, sadece saltanatlarıdır, iktidarlarıdır.


    Hz. Ali Efendimiz de “Devletin dini adalettir.” der. Adaletin Allah’ın emri olduğunu da ifade ettik. Allah’ın emrini yerine getirmeyerek bugün hukuku, adaleti ayaklar altına alanlar, acaba seccadeyi hangi ayet ve hadise dayandırarak dinin dinamiklerinden saymakta ve buna karşı söylem geliştirmektedir? Kaldı ki bahse konu olayın öznesi liderin “Üzgünüm, seccadeyi göremediğim için çok üzgünüm. Dünyada kimseyi incitmek istemem, hele milletimi asla.” diye istenmeden yaşanan bu durumdan üzüldüğünü ifade eden açıklaması var. Hâl böyle iken kasten yapılmış gibi vaveyla koparmanın manası ne?


    Ben hak ve hakikatin açığa çıkması ve hâkim kılınmasını arzu ediyorum. Maksadım, bir tarafın değil, hakikatin yanında yer almaktır. Bugün seccadeyi diline dolayanlar, Doğu Türkistan’da komünist ve barbar Çin’in zulmü ve uyguladığı soykırım politikaları altında ezilen Müslümanları, yıkılan camileri, camilerin içinde “kızlı erkekli” dans etmelerini hiç mi görmezler? Onlar, bunlara ses çıkarabilmiş, bu zulmün sonlanması konusunda gerekli adımları atabilmişler midir? Adım atmaları için liderlerine türlü çağrılarda bulunabilmişler midir?


    İki milyona yakın insan işlemediği suçla itham edilmekten dolayı hukuksuzca işinden, aşından, eşinden, haklarından ve özgürlüklerinden edilmiş, yuvalar yıkılmıştır. Allah’ın emrettiği iyilikleri yaptıklarından, ettikleri yardımlardan dolayı, yok yere, hapishanelerde ömür tüketmektedirler. Derdiniz kutsala sahip çıkmaksa önce adaletsizliklere, hukuksuzluklara, yenen kul haklarına karşı bir duruş sergileyin. Ondan sonra anlayalım, bilelim bu tür konularda samimi olduğunuzu. Bunca haksızlık hukuksuzluk yaşanırken üç maymunu oyna, sonra da “Haksızlık ve hukuksuzlukları gidereceğim.” diye beyanı olanların küçük bir davranışını dini yıkan bir eylem olarak görüp kıyameti kopar… Ne diyelim, Allah hidayet versin!..


    Sosyal medyada gördüğüm ve bana oldukça anlamlı gelen şu cümlelerle yazıyı bağlayalım: “Kolonlar, direkler bir binayı ayakta tutan en önemli yapı birimlerindendir. Binanın kolonlarını kesenler, dış cephe boyasına çamur sıçrattı diye birilerine, kolonları kesmişçesine veryansın ediyor. Güya binayı koruma çabasındalar. Binayı yıkanlar bu konuda en çok vaveyla edenlerdir!” (H.S.)


    Gerçeği görmeyenler, görenleri kör sayıyor, kendini bilmezler de kendini bilenleri kendini bilmezlikle itham ediyor. Hayatın negatifini yaşıyoruz; iyiler kötü, kötüler iyi!.. “Ne doğruluk, ne doğru;/ Ne iyilik, ne iyi../ Bahçende en güzel dal,/ Unuttu yemiş vermeyi./ Günahın kursağında/ Haramların peteği!” (Arif Nihat Asya)


    Rabbim insanımıza akıl izan, feraset versin, huzur bozanlardan uzak eylesin. Âmin. Vesselam!..

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.