|   | 
  • Cevahir Kadri

    Suskunluğun Bedeli mi Dediniz

    Konuşmak ile bedel kelimeleri arasında bir ilişkinin var olduğu öteden beri söylenegelmiştir. Kişinin üzerine üzerine gelen bela ve musibetlerin ekserisinin dili yüzünden olduğu ifade edilegelmiştir. Hatta denir ki bülbülün çektiği dilindendir. Öyle ya, güzel güzel şakımasa bülbülü kim kafeslere alıp besleyecek, özgürlüklerinden, vatanından edecektir?

     

    Kafesinde saksağan besleyen görülmüş müdür? Varsa da bunun genel içindeki sayı değeri nedir?

     

    Konu, konuşma üzerine o kadar yaygındır ki “dil belâsı” üzerine yazılmış belki onlarca yazı okumuş, söz işitmişsinizdir. Öyle ki konuşmanın yerine susmanın önemini ve erdemini anlatan atalar sözünü de sıra sıra dinlemişsinizdir. İşte onlardan bazıları: “Söz gümüşse sükût altındır.”, “Başın rahat durur dilin durursa.”, “Baş, dil ile tartılır.”, “Dil, kılıçtan keskindir.”, “Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür.”, Lâ Edrî’den anonim bir beyit “Bana benden olur, her ne olursa/ Başım rahat eder, dilim durursa.” Benzer ifade ve sözleri çoğaltmak mümkün. Söz uzayıp gider, ama meramımız bunu anlatmak değil.

     

    Bu yazımızda yukarıda bahsedilenlerin aksine bir hâlin ceremesi, bedeli, anlamındaki “Suskunluğun Bedeli”nin olup olmadığı üzerinde duracağız. Bunu yaparken de bir şiir kitabı ve içindeki şiirlerden hareket etmiş olacağız.

     

    Susmak iyi mi?

     

    Peki, susmak iyi bir şey mi? Bugüne kadar anlatılanlar susmanın iyi bir şey olduğuna yönelik değil miydi hep? Ama ifadeye “bedel” kelimesini de dahil edince kelimenin yani susmanın anlamı birden olumsuza dönüşüveriyor. Demek ki susmanın neticesinde elimizden kayıp giden, bizden uzaklaşan bize ait birtakım “değerler” söz konusu. Demek ki sosyal medyada, haberlerde zaman zaman kulağımıza çalınan o meşhur sloganın, “Susma, sustukça sıra sana gelecek.”in sosyal gerçekliği söz konusu. Öyle ya, insanlar bunu boşuna söylemiyorlar. Belki de bu sloganın çıkış noktasında, arka planında Hitler despotizmi ve faşizminin insanlık dışı uygulamaları yatıyor.

     

    Nazi dönemi Almanya'sının ünlü muhaliflerinden Alman din adamı ve asker Martin Niemöller'e ait şu sözler oldukça anlamlı, öyle değil mi? Nazilerin toplumu aşama aşama ne hale getirdiklerinin de sosyal fotoğrafı olan bu söz farklı düşüncede olanların haksızlık ve hukuksuzluk karşısında nasıl bir yürek olmaları gerektiğini yeterince öğütlemiyor mu? Martin Niemöller diyor ki “Önce sosyalistler için geldiler, ben sosyalist olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra Yahudiler için geldiler, Yahudi olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra benim için geldiklerinde, benim için sesini yükseltecek kimse kalmamıştı!

     

    Bu durumu anlatan bir atasözümüz var ama onu biz biraz yanlış kullanıyoruz, belki de işimize öyle geldiği için: “Ateş düştüğü yeri yakar.” Söze nesnel bir bakış açısıyla baktığımızda sözde bir yanlışlık yok ama onu insani ve toplumsal alana çekince iş değişiyor ve bencillerden bencil bir kişilik ve toplum meydana geliveriyor. Olması gereken: “Ateş düştüğü yeri değil, her insanın gönlünü yakar.” olmalı. İnsana insaniyet penceresinden bakışın gereği bu olmalı. Yoksa Alman din adamının sözündeki yalnızlığı insanlık her zaman yaşamaktan kurtulamaz!

     

    “Suskunluğun bedeli” ifadesindeki kelimeleri önce tek tek inceleyerek ele alalım. Bedel nedir, ne gibi anlamlar içerir? Güncel Türkçe Sözlük’te kelimenin “değer, fiyat, kıymet.”, “bir şeyin yerini tutabilen karşılık”, "başkasının adına ve onun parası ile hacca giden kimse”, “eşit, denk”, “askerlik yapmamak veya yapılacak süreyi kısaltmak isteyenlerin devlete ödedikleri para” ve “bir ücret karşılığında çalışan kimse” gibi altı farklı anlam katmanının olduğunu görüyoruz. “Suskunluğun bedeli” ifadesinde sözlükteki bu anlamların dışında bir anlamın var olduğu ve esas olarak da onun kastedildiği bir gerçek.

     

    İfadenin diğer kelimesi olan suskunluk ise“suskun olma durumu, sükûtilik” olarak karşılık buluyor. Peki “suskun” ne demek? O da “çok az konuşan, sessiz, sakin olan, sükûti” ve “sessiz, sakin bir biçimde” bir hayat süren anlamlarını taşıyor.

     

    İfadeden, çok konuşmadan hayata devam etmenin ödenecek birtakım bedellerin, karşılıkların, değerlerin olduğunu anlıyoruz. Suskunluk bir çığlık olsa ne gibi etkisi olur? Sessiz olmakla ses vermek, biraz tezat bir durum içermiyor mu?

     

    Bakışlarımızı toplumun üzerinden incelemek üzere şiir kitabımıza çevirelim. Suskunluğun Bedeli, Serencam Yayınları arasında, Nisan 2015 tarihinde yayımlanmış, eğitimci şair-yazar Halil Zenciroğlu’na ait bir şiir kitabı. Kitap daha sonraki yıllarda Gece Kitaplığı’ndan da piyasaya arz edilmiş. Kitap, “Yazar Hakkında” bir tanıtım yazısının ardından peş peşe, bölümlere ayrılmaksızın 65 şiirin sıralanmasından oluşuyor.

     

    Anlam dolu figürlü bir kapak

     

    Kitabın kapağına baktığımızda, yorum yapılabilecek bir hayli figürler içerdiğini görüyoruz. Hemen belirtelim ki figürlerin şüphesiz en önemlisi Kur’an-ı Kerim’de güzel sözün anlatıldığı, betimlendiği o benzetme harika: “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.” (İbrahim, 24) aynı ayetle birlikte Cennetteki tuba ağacını hatırlamamak mümkün değil. Tuba ağacı “kökleri gökte, dalları yerde bir ağaç” olarak betimlenir ki kitapta bu tasvir üzerinde durulmuş. Ağacın üzerinde yine aşağıya doğru ahşaptan bir ev resmi var ki bu da insana, Bediuzzaman Said Nursi’nin Barla’daki misafirhane ve dershane olarak kullandığı evin yakınında olan çınar ağacındaki tefekkür kulübeciğini veya Çam dağındaki katran ağacının üzerindeki tefekkür yurdunu hatırlatıyor. Figürler belki bunların toplamından ortaya çıkarılmış. Kapaktaki figürler bunlarla sınırlı değil.

     

    Kitabın kapağının orta kısmında ellerinde şemsiyeleri açık bir şekilde bir kadın ve erkek figürü var. Büyükçe bir ağaç kütüğünün/omçanın/çörtmeğinin üzerine oturmuş ve yine şemsiyesi açık bir kadın, ona doğru yürüyen, kadına epeyce yaklaşmış, elinde şemsiyesi açık bir erkek. Figürler, akan kan kırmızı zemin üzerine yerleştirilmiş. Âdeta kan yağmuruna karşı elde tutulmuş şemsiyeler söz konusu. Bu kırmızı zemin ile şairinKırmızıyı Hiç Sevmem romanının isimi arasından bir tezatlık söz konusu. Roman önce yayımlandığına göre bu şairin bir tavrından ziyade romanın bağlamıyla alakalı bir durum, kırmızının sevilmesi ve sevilmemesi meselesi. Her neyse…

     

    Kapağın görselini şöyle okumak da mümkün: Aşktan sırılsıklam olmuş, iki gönül, birbirlerine duydukları hasretin neticesinde gökten yağmur değil âdeta kan yağmakta. Kan yağmurları altında, ellerinde şemsiye… Bu iki âşık, sevgi içerikli hasret yağmurlarından sakınmak istiyorlar, şemsiyelerinin açık oluşu bundan. Kadın ağaç çörtmeği üzerinde oturarak dinleniyor. Belli ki yola erkenden çıkmış, gerisinde de de ona ulaşmaya epeyce yaklaşmış bir erkek, yürüme hâlinde. Erkeğin kadına doğru yol alıyor oluşu, sevginin merkezinde kadının olduğunu gösteriyor.

     

    Söz ülkesi

     

    Şiirlere gelince. Şiirleri esasen biçim ve tema olmak üzere iki başlıkta incelemek mümkün. Biçim bakımından çok da söylenecek bir söz yok. Şiir ahenk unsurlarından ölçü ve kafiye bakımından ya yararlanılarak yazılmıştır veya ahengi sağlayan başka unsurlar söz konusudur. Şiirlere bu gözle baktığımızda genel olarak kafiye ve rediften yararlanıldığı ama belli bir ölçüye bağlı kalınarak yazılmadığı anlaşılıyor. Yer yer ölçülü olma yakınlığına erse de dizelerin biçimlenişinde serbest tarzın tercih edildiği görülüyor. Bu, ölçülü şiirlere yer verilmediği anlamına gelmiyor tabi.

     

    Nazım birimi olarak daha çok dörtlük tercih edilmiş olsa da beyit ve farklı dizelerden oluşan bentlerin kullanıldığı şiirler de var. Üçgen Şiir bunlara örnektir. Biçim olarak kısmen, Enis Behiç Koryürek’in Gemiciler şiirini hatırlatan bu şiir, iki on birli dizelerden oluşan bentten meydana geliyor. Bu şiir, her bendin ilk ve son dizeleri kısa olan, altıncı dizesi en uzun olacak biçimde kurulmuş iki üçgenden meydana geliyor. Ayrıca Sevme Âşık Ol şiiri de kare şiirlere örnek teşkil ediyor. En kısa bir aşk kelimesiyle başlayan ve gitgide artan uzunluktaki dizeler, 11. dizede en uzun halini alıyor. Sonra gitgide kısalıyor ve aşk kelimesi ile son buluyor.

     

    Tematik bir gözle baktığımızda “susmak ve suskunluk üzerine” şiirler, “aşk, sevgi ve buna bağlı olarak ayrılık, hicran, yalnızlık, hasret, özlem” temalı şiirler, “yolculuk, öteler, ahiret, ölüm, berzah, ebediyet” temalı şiirler,“anne, şehir, mevsim, yağmur, gece, bahar, ahşap konak, İstanbul sokakları” gibi bireysel kategoride ele alınabilecek şiirler şeklinde sınıflandırmak mümkün.

     

    Ayrıca, her insanın belli bir hayat görüşünün olduğu gerçeğinden hareket ederek kişinin dünyaya bakışı, olayları algılayış ve değerlendirişi, varlık karşısındaki duruşu vb. konular üzerinde yazılmış şiirler söz konusu. Bu şiirlere idealizm veya “dava şiirleri” olarak vasıflandırmak mümkün. Bunlar arasında Bizim Yolumuz, İmanlı Gönül, Zafer Mazlumdan Yana, Suçlu Dediler, Delikanlım, İhtiyar Delikanlı, Hayalimdeki Yiğit, Yeter ki İste, Vazgeçme Sadece şiirleri sayılabilir. Üstat Mehmet Akif Ersoy için yazılmış Bir Yiğit Adam başlıklı “akrostiş” şiir de bu başlık altında incelenebilir.

     

    Sözün özü

     

    Kimi şairler şiirin duyguyla yazıldığını kimi şairler de kelimelerle yazıldığını söyler.  İkincilerin bakış ve anlayışını esas alarak şiirleri değerlendirdiğimizde şiir metinlerinde kelime azaltılmasına gidilmesinde fayda var. Şiir zaten özün özü değil mi? “Öz” anlamına gelen “lübb” kelimesinin çoğulu ile Kur’an’da “akıl sahipleri” için “ulü'l-elbâb” yani “özlerin özü” ifadesinin kullanılmış olması boşuna değil. Şiire de bu bakışla bakmak elzemdir. “Vazgeçme Sadece” ifadesinde “sadece” kelimesine gerek yok. “Vazgeçme” dendiğinde, sözün etkisi daha da artmış oluyor. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.

     

    Şair Halil Zenciroğlu’nun daha nice güzel şiirlerle okurun karşısına çıkacağına eminim. Temalardaki genişlik ve çokluk, söyleyişlerdeki kıvraklık onun şiir alanını nesir alanına da taşıdığını göstermektedir. Tadımlık olması bakımından kitaptaki yazımızın bağlamıyla oldukça ilgili şiirlerden Suskunluğun Bedeli ile yazımızı noktalayalım:

     

    Suskunluğun Bedeli

     

    Haykırışlara ve başkaldırışlara inat

    Güvercin ürkekliğinde yaşadım hayatı

    Konuşma fısıltılı

    Çığlık sessiz

    Yokluğu varlığına yakın bir hayat

     

    İsmi var cismi yok bir yolculuktu benimki

    Olacak her şeye razı

    Her şeyi baştan kabulleniş

    Hayranlık duygusu bitik

    Farklılıklar yitik

    Çiçeklerin kokusu aynı

     

    İniltili diller ne söyler, duymak nafile

    Ezilene yüreklerin imdadı, karşılıksız kaldı ruhumda

    Yokluk masal

    Yoksulluk hikâye

    Zulüm efsaneydi

    Bakarken göremeyen bir gözdü benimki

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.