|   | 
  • Hâkimlerin, savcıların, avukatların; hortumculara, rantçılara, rüşvetçilere ve benzeri muhteremlere karşı herhangi bir borçları olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü böylesi dâvâlar onların önlerine gelmiyor genellikle. Gelse bile, o tür dâvâların birer uçlarında siyasetçiler bulunduğu için, o konular suç kapsamına da sokulamıyor. Ayrıca medyadan öğrendiğimize göre, böyle dâvâların sonuçları zaten belli olduğundan, o sahnede hukukçular sadece konu mankenliği yapıyor gibiler.

     

    Ancak hukukçular, kiracılara, ev ve dükkân sahiplerine, kâtillere, adam dövenlere, hırsızlara, dolandırıcılara, taşıtlarıyla kaza yapan sarhoşlara borçludurlar. Aslâ inkâr edemezler. İkinci gruptakiler olmasaydı, birinci gruptakiler belki ayakta kalamazlardı. Minnet borçlular, şükran borçlular. Onlar sayesinde hem rızıklarını temin ediyorlar, hem haysiyet (onur) kazanıyorlar. Haysiyet kazandıkları veya kaybettiklerini, bizler bilemeyiz tabi. Çünkü bu,daha ziyade kendilerine bağlıdır. Neyse.

     

    Hâkimlerin, savcıların, avukatların, minnet ve şükran borçlu oldukları bir kesim daha var, atlamayalım: Vârisler. (HARFLERİN ÜZERLERİNE KONULAN ŞAPKALARDAN GOCUNANLARA selâm OLSUN. ALLAH ONLARI varis HASTALIĞINDAN KORUSUN.)

     

    Vârisler, yani mirasçılar, hukukçuların en güvenilir muhataplarıdırlar. En sâdık müşterileridirler. Evet, söyleyin bakalım; içinizden kaç taneniz, miras anlaşmazlıklarıyla mahkemeye düşmemiş kaç vâris gösterebilirsiniz? Yazımın konusu budur.

     

    Fakat önce, konuyla ilgisinin bulunmadığını düşüneceğinizi bildiğim bir hatırlatma, daha doğrusu bir tembih yapma ihtiyacı duyuyorum:

     

    ÖZELLİKLE DİNİN HÜKÜM KOYMUŞ OLDUĞU KONULARDA ‘BENCE’ DEMEKTEN KORKMALI, KAÇINMALIYIZ. HELE HELE BODUR BOYLARIMIZA, KISIR MUHAKEMELERİMİZE VE AKILLARIMIZIN BİT KADAR OLUŞUNA BAKMADAN BOYUMUZDAN BÜYÜK AHKÂMALAR KESMEYE, İÇTİHATLAR YAPMAYA KALKIŞIRSAK BİZE ‘DÜÜÜT!” DERLER. Tabi çok sevdiğim, değerli bulduğum Ahmet Şahin Hocamız da bu kapsama dahildir.

     

    Hazret-i Ömer’in ağzından öğrendiğimize göre bir insanın gerçek kişiliğinin, karakterinin doğru bir şekilde anlaşılabileceği bir iki durum var, hepiniz biliyorsunuz: O insanla karşılıklı ticaret yapmış olmak, birlikte seyahat etmek, komşu olmak gibi. Acaba bunlara ‘miras paylaşmak’ da eklenebilir mi? Ya da miras paylaşmak da ‘karşılıklı ticaret yapmak’ kapsamına sokulabilir mi? Sizin ne cevap verdiğinizi bilemem ama ben iddia ediyorum: Miras paylaşımı sırasında da kişilerin gerçek karakterleri çok net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Kardeşler, o vasatta birbirlerinin ne olduklarını ne olmadıklarını perdesiz, nikapsız görürler. Gerçi sorsanız, tarafların hepsi, karşı tarafın haksızlık ettiği kanaatindedir ama dıştan bir hakem tarafsız gözle bakınca, işin iç yüzünü bütün gerçekliğiyle görebilir. Haydi ‘hakem’ olmasın da ‘hâkim’ olsun.

     

    Mevlânâ’ydı galiba değil mi; oradaki köpekleri gösterip, “Kardeş kardeş oynuyorlar.” diyen bir talebesine; “Hele önlerine bir parça kemik atın da ondan sonra seyredin siz kardeşliği.” şeklinde cevap veren ulu kişi? Yukarıda belirttik ya, miras paylaşımındaki anlaşmazlıklar yüzünden birbirleriyle hırlaşan kardeşlerin oranı çok yüksektir. Bunda, kardeşlerin imanlarının zayıf olması, İslâm’ın konuyla ilgili hükümlerini bilmiyor olmaları ve tabi bunların sonucunda azgın nefislerine esir düşmeleri rol oynamaktadır. Doğru. Ama doğru olan başka bir şeyi de ben söyleyeyim isterseniz: Miras kavgalarında, anne babaların yanlış tutum ve davranışları da büyük bir rol oynamaktadır!

     

    Arkadaşımın, kendisinden büyük iki erkek kardeşi var. Baba ve anaları tarımla, toprakla uğraşmaktadırlar. Baba iyi niyetli bir adamdı, tanıyorum, iki yıl önce âhiret yurduna göçtü. Sağken, topraklarından bir bölümünü, biraz kendi takdiri ama daha ziyade hanımının arzusu çerçevesinde oğullarına verdi. En büyük kardeşe yirmi küsur dönüm bir araziyi verirken, arkadaşıma içinde genç zeytin fidanları bulunan sekiz dönümlük bir arazi vermeyi uygun gördü. Diğer oğula da işte hemen hemen onun kadar bir yer verdi. İki küçük kardeş, dağıtımdaki bu dengesizliğin hikmetini anlamamakla beraber, babalarına itiraz etme terbiyesizliğinde bulunmadı ve verilenleri kabullendiler. Bu arazi devirleri, babalarının sözüyle yapılmış oldu, resmiyete dökülmedi tabi.

     

    Arkadaşım, kendisine verilen arazideki zeytin fidanlarını söküp yerine (üzüm) asmaları dikti. Dört yıl o asmalara baktı, onları yetiştirdi. Dördüncü yıl, ilk defa bir miktar mahsül kaldırmıştı ki anne ve büyük oğul, ağız birliği yaparak o yeri arkadaşımın elinden aldılar. Anne, biraz beceriksiz olan büyük oğulun başka bir tutunacak dalı bulunmadığını, kollanması, kayırılması gerektiğini düşünüyordu herhalde. Diğer kardeş devlette öğretmen idi, arkadaşımın da boyacılık mesleği vardı. Arkadaşım yine ses çıkarmadı, anasının kalbini de kırmak istemiyordu. Bu arada baba, büyük oğluna, kendisini her konuda yetkili kılan bir vekâletnâme de verdi. Ona da ses çıkarılmadı. Babaları, hasta yatağındayken, bir ara söz bu konulara geldiğinde, üzgün bir tavırla arkadaşıma şunları söyledi:

     

    -“Oğlum, bu konularda beni konuşmaya zorlama lütfen.”

     

    Bu da tamam. Fakat işler bununla da bitmiyordu ki: Büyük oğul, sahip olunan bütün toprakları işliyor, işletiyor ve ailenin vekilharçlığını yapıyordu. Baba, galiba traktör satın almak için bankadan kredi çekmişti; geri ödemeleri de hâliyle büyük oğul yapmaktaydı. Babanın ölümünden sonra anlaşıldı ki bu mübarek ağabey, bütün ödemelerde bankadan hep kendi adına makbuz almışmış. Baba ölünce, bu makbuzları kanıt göstererek mahkemeye başvurdu, kardeşlerinin bu parayı ödemeleri hususunda karar aldırdı. Annelerinin gıkı çıkmıyor, büyük evlâdını kayırmayı sürdürüyordu. Diğer iki kardeş, ağabeylerine bu paraları da ödediler, biliyor musunuz?

     

    Efendim? Ne buyuruyorsunuz? Farkında mısınız; “Problemin çözülmesi konusunda yüce dinimiz ne diyor acaba?” diye sormak hiçbirinin aklına gelmiyor. Babanın acziyeti hakkında yorumunuz nedir? Ananın adalet anlayışı konusunda ne düşünürsünüz? Ve tabi, en büyük kardeşin nasıl bir kardeş olduğu konusunda neler söylemek istersiniz? Miras mallarını taksim ederken insanların kişilikleri ortaya çıkar mı çıkmaz mı? Efendim?

     

    Ben merak ediyorum; miras mallar resmî ve kesin olarak paylaşılırken bu kardeşler nelerle karşılaşacaklar, neler yaşayacaklar? Fakat bu durumdan, hâkimlere, savcılara, avukatlara iş ve rızık çıkacağı kesindir, değil mi? Sağ olsun vârisler.

     

    Şimdi soracaksınız:

    ÖZELLİKLE DİNİN HÜKÜM KOYMUŞ OLDUĞU KONULARDA ‘BENCE’ DEMEKTEN KORKMALI, KAÇINILMALIYIZ... BOYUMUZDAN BÜYÜK AHKÂMALAR KESMEYE, İÇTİHATLAR YAPMAYA KALKIŞIRSAK BİZE ‘DÜÜÜT!” DERLER. Tabi çok sevdiğim, değerli bulduğum Ahmet Şahin Hocamız da bu kapsama dahildir.” şeklinde lâflar etmiştin yukarıda, onlara hiç değinmedin?

     

    Haklısınız. Fakat ben de haklıyım; uzun yazıları pek okumak istemiyorsunuz ya, yazımın uzun bulunmasından korktum... Bir sonraki yazımda inşallah devam ederim diye düşündüm. O yazıma eklemek üzere, burada yazdıklarımı hatırınızda tutun lütfen. Vesselâm.

    R. Serdar ÖZMİLLİ

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.