|   | 
  • 40 yıl hatır bırakan Türk kahvesi


    40 yıl hatır bırakan Türk kahvesi
    Ankara'daki Kahve Müzesi, Türk kahvesinin Osmanlı'dan bu güne uzanan serüvenini ziyaretçilere sunuyor.

    Ankara Kalesi'nde bulunan Kahve Müzesi, Türk kahvesinin asırlara dayanan yolculuğunu ziyaretçilere sunuyor. Müzede sergilenen eserler, kahvenin Osmanlı sarayındaki öneminden '40 yıl hatırı vardır' sözünün kökenine, Anadolu'da kahve kültürünün yaşatılmasından günümüzde Türkiye'de kahve ağacı yetiştirilmesine kadar geniş bir tarihi mirası gözler önüne seriyor. 1 Ekim Uluslararası Kahve Günü'nde ise Kahveci Muhammed Mücahit Çelebi, İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabirine Türk kahvesinin geçmişini ve Kahve Müzesi'ni anlattı.

    "Türk kahvesi ve kültürünü bir çatı altında birleştirmeye karar verdim"
    Türk kahvesi sektöründe uzun yıllardır hizmet veren Çelebi, "Ankara'da birçok müzeyi gezdiğimizde her müzenin içerisinde dekor olarak kahve takımı kullanıldığını gördüm. Değirmen olur, cezve olur, fincan olur ama kendisine ait bir çatı olmadığını fark ettim. O yüzden Türk kahvesi ve kültürünü bir çatı altında birleştirmeye karar verdim. Yaklaşık 5 yıldır mezatlarda ve müzayedelerde topladığımız eserlerle bu müzeyi oluşturduk, geliştirmeye devam ediyoruz. Türk kahvesi dediğimiz zaman hiçbir zaman tek başına almadık. Türk kahvesi ve kültürü dünyada bilinen bütün kahvelerin atasıdır. Diğer kahvelerin hepsi Türk kahvesinden türemiş diğer türevleridir. 15'inci yüzyılda Yemen Vali'miz Özdemir Paşa, Mutluluk Başkenti İstanbul'a mekteplerde kahveyi talebelerin tüketimi için göndermiştir.
    Kahve ilk geldiğinde ya da öncelerinde haşlanarak tüketildiği için kahveyi, kavurmayı, öğütmeyi ve pişirmeyi bulanlar, öğrenenler Türklerdir. Şazeli Tarikatı dediğimiz tarikattaki dervişler, kahveyi, kavurmayı, pişirmeyi ve öğütmeyi bulmuşlardır. Dünyaya da nam salmasındaki en büyük etken bu yapım teknikleridir. Türk kahvesini diğer kahvelerden ayıran en belirgin özelliklerden bir tanesi de içerken telvesiyle birlikte hala fincanda demlenmeye devam eden tek kahve olmasıdır" dedi.

    "Avrupa'yı fethettikten sonra keyif kahvesi içme hayali kuruyorlardı"
    Kahvenin dünyaya nasıl yayıldığını anlatan Çelebi, "II. Viyana kuşatmasında, artık Osmanlı kahveyi o kadar benimsemişti ki seyahatlerde, gittiği yerlerde yanından ayırmadı. Savaşa dahi giderken yanında yüklü miktarda kahve götürmüştü. Avrupa'yı fethettikten sonra oturup orada bir keyif kahvesi içme hayali kuruyorlardı. Çevirmenlik yapan Fransız Kolschitzky'nin de ani bir taraf değişikliği yapması sebebiyle, farklı sebeplerden Osmanlı daha fazla ilerleyemedi. Geri çekilmek durumunda kaldığında yanında götürmüş olduğu yüklü miktarda kahveyi orada yük etmemesi açısından bıraktı. Avrupalılar bunu hayvan yemi ya da ne olduğunu bilmedikleri için imha ediyorlardı. Fakat Kolschitzky, kahveyi Osmanlı'da nasıl tüketildiğini çok iyi bildiği için bütün kahve çuvallarını kendisine savaş ganimeti olarak aldı. Avrupa'da, Viyana'da ilk kahvehane dükkanını açtı, Mavi Şişe adında. Bunu Türk içkisi olarak pazarlığa sundu ve Avrupa'da kahve tanınmaya başladı. İlerleyen süreçlerde farklı demleme teknikleri geliştirerekten dünya kahveleri olarak bildiğimiz kahveler türedi" diye konuştu.
    Kahvenin meşakkatli bir uğraş gerektirdiğini vurgulayan Çelebi, "Yeşil çekirdekler önce kavurma aşamasından geçmesi gerekiyor. Ateşin belli bir köz kıvamına gelmesi gerekiyor. Daha sonra elde manuel yöntemlerle kahve kavurma tavalarında çekirdekleri tavalarda kavurup o çekirdekleri bir soğutma aşamasından geçirmeleri gerekiyor. Çekirdekler bir süre dinlendikten sonra dibeklerde ya da değirmenlerde öğütme işlemi gerçekleştiriliyor. Sonrasında bir fincan kahve elde ediliyor. Bir fincan kahve içmek için ateş yakmaktan itibaren yaklaşık 4-5 saatlik bir zaman gerekiyor. Halepli Hakem ve Şamlı Şems adında 2 Arap kahveci İstanbul Tahtakale'de ilk kahvehane dükkanını açıyor. Amaçları geçimlerini sağlamak ama farkında olmadan tarihe yön veriyorlar. Kahveyi topluca kavuruyorlar, öğütüyorlar ve kazanlarda çok miktarda pişiriyorlar. Hazır kahve insanlara ikram ediyorlar. İnsanlar hazır kahve içebilmek için bu kahvehanede vakit geçirmeye başlıyor. Kahvehaneler literatürde çoğalmaya başlıyor" şeklinde konuştu.

    Abdülhamid Han günde 37 fincan kahve tüketiyordu
    Çelebi, kahvenin 16'ncı yüzyıldan itibaren Osmanlı'da herkes tarafından sevildiğini ve saraya girdiğini belirterek, "Kahve önemli bir protokol içeceği haline geldi. Padişahlara özel kahveci başı unvanı ortaya çıktı. Bu kişiler, sarayın bütün sırlarına vakıf olabilecek kadar önemli bir konumdaydı" dedi. Çelebi ayrıca, arşivlerde Sultan II. Abdülhamid döneminde kahveci başı olarak Halil Efendi'nin görev yaptığını ve padişaha yalnızca Yemen'den getirilen kahvenin ikram edildiğini ifade etti. Çelebi, Abdülhamid Han'ın günde 37 fincan kadar sade kahve tükettiğinin de resmi kayıtlarda yer aldığını dile getirdi.

    "Artık Türkiye'de de kahve ağacı yetişiyor"
    Yemen'in Osmanlı vilayeti olduğu vakitler keşfedilen ve yetiştirilen bir meyve olduğuna değinen Çelebi, "Son yıllarda Antalya Gazipaşa'da Yaşar Dağtekin adında bir çiftçimiz, kendi bahçesinde tropikal meyveler yetiştirirken uzun yıllardır kahve fideleriyle de uğraşıyordu. Son yıllarda tamamen doğal yöntemlerle artık Türkiye'de de kahve ağacı yetişiyor ve ağaçlardan elde ettiği hasatlarla onu günümüzde Türkiye'de yetişmiş kahve olarak festivallerde ya da özel günlerde bunun ikramında bulunuyoruz. 5 Aralık Dünya Türk Kahvesi gününde de Türkiye'de yetişen kahveyi müzemizde gelen ziyaretçilere ikram etmeyi düşünüyoruz" ifadelerini kullandı.

    Öğrenirken deneyim sunan bir müze
    Çelebi, müzenin sadece sergi amaçlı olmadığını, ziyaretçilerin eserlerle etkileşim kurarak kahve kültürünü deneyimleme imkanı bulduğunu belirtti. 'Tahmishane' adı verilen bölümde kahvenin hazırlandığı mutfak kültürünün yaşatıldığını, ‘özümüze' odasında ise ziyaretçilere köklerini hatırlatan özel bir atmosfer sunulduğunu ifade etti.

    "Kahvenin 40 yıl hatırı vardır"
    Çelebi, "Kahvenin 40 yıl hatırı vardır" sözünün kökenine değinerek, Yemiş İskelesi'nde bir kahvehanede yaşanan hadiseden söz etti. Çelebi, anlatıya göre bir kahveye giren Yeniçeri'nin herkese kahve ısmarlayıp kahvecinin Rum müşterisine ısmarlamadığını, sonrasında ise kahvecinin kendi kesesinden Rum müşterisine ve kendisine kahve ikram ettiğini dile getirdi. Hikayenin devamında Çelebi, yıllar sonra köyün Rumlar tarafından işgal edildiğini, esir düşen kahveciyi tanıyan Rum müşterinin ise rütbeli bir asker olarak geldiğini belirtti. Çelebi, esir düşen kahveciyi satın alan Rum askerin, o kahvenin hatırına kendisini hatırlatıp serbest bıraktığını söyledi.



    Etiketler

    YORUMLAR

    YORUM YAP!

    Yorumlarınız editör onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır. Küfür, hakaret, büyük harf ve kişi ve kurumları rencide edici yorumlar onaylanmamaktadır.

    Ad Soyad

    ..

    Güvenlik Kodu

    Yorumunuz

DİĞER HABERLER

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.