|   | 
  • Cevahir Kadri

    Temmuz Denince

    Öyle varlık ve kavramlar vardır ki adlarını anar anmaz, dünyalar dolusu yaşanmışlıkları üzerinize boca ediverir. Kaçmak isteseniz de kaçamaz, hiçbir yere gidemezsiniz; âdeta onca ağırlığın altında yığılır kalırsınız… Kelimelerin çağrışımları insanların onlara yükledikleri anlam kadar, “ferden ferda” yani birey olarak tek tek herkesin kendi yaşanmışlıklarıyla da ilgili bir durumdur. Kendini toplumdan soyutlamamış olanlar için de bu durum, üç aşağı beş yukarı aynıdır.

    Temmuz deyince mi yoksa “denince” mi? İki ifadenin bendeki çağrışım farkı şöyle: “Demek” eylemini “y” koruyucu ünsüzüyle kullandığımda denilen şeyi benim bile isteye söylediğim; “n” koruyucu ünsüzüyle kullandığımda ise onun, başkaları tarafından yapıldığı düşüncesi ve kanaati oluşuyor. Bilmem ki bu sizde de öyle mi oluyor? “Temmuz deyince” etken, “temmuz denince” edilgen anlam çağrışıyor bende; bunu da ifade etmeden geçmemeliyim.

    Temmuz deyince toplumu derinden etkileyen olayların yanı sıra, bu ayda hayata başlayanlarla yılın bu zamanlarında bu dünyaya veda edenler gelir aklıma. Bu ayda doğanları ve bu ayda veda edenleri başka yazılara emanet edelim. Biz önce olaylara bakalım. Toplumu derinden etkileyen olayların, siyaset mühendislerince ülkenin hâl ve gelecekteki yapısını şekillendirmeye matuf olarak çıkarıldığını, bu olayların yaşanma sürecinde ve sonrasında, insana değer verme faktörünün söz konusu olmadığını belirtmeden geçmeyeyim. Şimdi bazı olaylara biraz biraz değinelim:

    Önce ulusal bir bayramımızdan, Kabotaj Bayramı’ndan bahsedelim; denizlerimizde hakimiyetimizi ifade eden Kabotaj Bayramımızı (1 Temmuz) ne yazık ki toplum ve yetkililer tarafından kadri, kıymeti yeterince anlaşılmamaktadır. Haberlerde, sosyal medyada, ilgili alanlarda yeterince gündeme alındığını ve anlaşıldığını düşünmüyorum. Bu durumun bu yıla mahsus olduğunu da düşünmğyorum.

    Bunun bu yıla mahsus denebilecek gerekçesi siyasi iktidar tarafından biraz da “köpürtülen”, Leman dergisindeki karikatür krizinin varlığı ve onun istismar edilmesidir. Niçin böyle diyorum, şundan: Yıllar önce ayetlerle dalga geçenlere bir tepki ortaya koymayan siyasi irade ve kitlenin onları büyükelçilikle ödüllendiren iktidarın bu konuda samimi olmadığı ortadadır. Derginin ve çizerleri de bu değer istismarcısı kitleye ve siyasi anlayışa prim veren tavır ve davranışları da bunların birbirini besleyen taraflar olduğu izlenimi vermektedir. Her hafta hutbede okunan ayette “adalet” emri hatırlatılmaktadır ama on yılı aşkındır, yoğunlukla nice haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliklere imza atılmaktadır. Bazı siyasilerin liderlerini övmede öyle aşırılıklara kaçıyorlar ki böylelikle en başta kendilerini inanç bakımından yazık ediyorlar. Dahası, bu hâlleriyle dinle, dini değer ve yargılarla dalga geçmiş oluyorlar. Bunlar devletin gücü ve kuvvetini ellerinde bulundurdukları için onların bu hâlleri görmezden geliniyor, herhangi bir kınamaya, cezalandırmaya yönelik olarak takibata uğramıyor, uğratılmıyor.

    En başında şunu belirtelim ki hiçbir hak ve hürriyet başkasının hakkını, hukukunu ve değer yargılarını hakarete, aşağılamaya izin vermez. Aklı başında olanlar da bu tip konularda hak ve özgürlükler çizgisini aşmaz, eşiğini aşındırmaz. Bu tespitimizi ortaya koyduktan sonra mezkûr karikatürle ilgili olarak şunu belirteyim: İktidarın eleştirdiği, Hz. Peygamberimize (sallallahu aleyhi vesellem) hakaret edildiğini öne sürdüğü karikatürden, derginin yayımlanmasından çok sonra haberdar oldum. Karikatürü görmek için araştırma yapma gereği duydum. O karikatürü, X platformundaki paylaşımlarda gördüm. Derginin çizer ve sorumluları; burada adı geçen peygamberlere hakaretin söz konusu olmadığını, Gazze özelinde vefat ederek melekleşen iki “şehid”in karşılaşması ile bu anlamsız savaşın varlığının eleştirildiğini beyan etmişler. Karikatürde betimlenen kişilerin isimlerinin Muhammed ve Musa olmasından başka, peygamberleri çağrıştıran bir yan yok. Nitekim olaylara sebep olan karikatürün çizeri Doğan Pehleven emniyetteki ifadesinde karikatürün tarihselliği ele almadığını bugünü anlattığını ifade ederek “Filistin katliamından bugüne, İran savaşı da dâhil olmak üzere karşılıklı olarak hayatını kaybeden insanlarla ilgili bu karikatür, aslında barış dolu bir çalışmadır.

    Karikatürde geçen Muhammed ve Musa isimleri, bu toplumlar içinde çokça kullanılan, popüler isimlerdendir. Muhammed ismi, Müslümanları temsil eden bir isim gibi görünürken; Musa ismi ise Yahudileri temsil eden bir isim olarak algılanabileceğinden dolayı bu iki ismi karikatürde kullandım. Ayrıca, eğer peygamberlerden bahsedilecekse, isimlerinin başında “Hz.” ve sonrasında “(s.a.v.)” gibi ifadeler kullanmamız gerekir ki peygamber oldukları açıkça anlaşılsın. Ancak benim burada kastettiğim, günümüzde savaşlarda hayatını kaybeden sıradan insanlardır. (…) Türkiye’de uzun yıllardır çizerlik yapıyorum. Bu meslekte öğrendiğimiz ilk kural, din konularına girmemek ve dinle alay etmemektir. Bu ilkeye her zaman bağlı kaldım.” demiş, barışı savunduğunu belirterek hakkındaki suçlamaları reddetmiştir.

    Bir diğer yürekleri yakan Madımak kıyımıdır: Bu elîm olay ise otuz iki (32) yıl önce 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında söyleşilere katılmak, kitaplarını imzalamak, şarkılarını söylemek için Sivas'a giden aydınların, sanatçıların ve şairlerin kaldığı Madımak Oteli’nin yakılması sonucu bu aydın ve sanatçılardan 33 kişi hayatını kaybetmişti. Olayda iki otel görevlisi de yaşamını yitirmiş, iki saldırgan da ölmüştü.

    Bir kıyımla neticelenen bu elim olayın yaşanmasında elbette güvenlik, istihbarat ve idari birimlerdeki sorumluların kastının veya görev ihmallerinin olup olmadığı tartışmalı bir durum. Ancak zihinlerden çıkmayan bir düşünce olarak “istenirse böyle bir elîm olayın yaşanmasının mümkün olmayabileceği gerçeğinin var olması”dır. Çünkü devletin gücünü elinde bulunduran irade, istediği olaylara yol ve yön veriyor, çıkmasını istemediği olayların kıvılcımın çakılmasına bile izin vermiyor. En güncel durumuyla da görüldü ki Taksim’e istediği grubun girmesine izin veriyor istemediğine izin vermiyor. Bazı gruplar halkı kin ve düşmanlığa sevk edecek söz ve eylemlerde rahat rahat bulunabiliyor, bazıları barışçıl söz ve ifadeleri bile söylemeye fırsat bulamıyor; bunları dile getirmelerine izin verilmiyor. Bunu belirleyen çizginin “yandaş” ve “muhalif” olma durumu olduğu gün gibi ortadadır.

    Otuz iki yıl önce Sivas’ta yaşanan bu elîm olay, maalesef, yazar İbrahim Afaoğlu’nun dediği gibidir: “Bu trajedi, sadece bir insanlık suçu değil, aynı zamanda eşitlik, adalet, hoşgörü ve kardeşlik gibi temel insanî değerlerin yok sayılmasıdır. İnsanları inançlarından, düşüncelerinden ya da kimliklerinden ötürü ötekileştirmek; farklı olanı yok etmeye çalışmak; toplumun vicdanında onulmaz yaralar açar. O gün yitirdiğimiz canlar, aslında barışın, bir arada yaşamanın ve kültürel zenginliğin temsilcileriydi.”

    Toplumu birbirine düşürmek isteyen siyaset mühendisleri hiçbir zaman boş durmuyorlar; bir sağa bir sola toslayıp milleti birbirine karşı kışkırtıcı eylemler düzenlemeye devam ediyorlar. 2 Temmuz Madımak kıyımına nispet edercesine, üç gün sonra, 5 Temmuz günü Erzincan Kemaliye ilçesi Başbağlar köyünde 33 kişinin PKK tarafından öldürülmesi ile ayrı bir katliam yaşanıyor. Sivas Madımak’ta ölen canlar ile Erzincan Başbağlar’da öldürülen canlar arasında düşünce ve zihniyet bakımından ekseriyet itibariyle farklılığın olması, derin güçlerin toplumu birbirine kırdırmayı, birbirleriyle çatıştırmayı ve birbirine düşman etmeyi hedeflediklerini ortaya koymaktadır. Çıkmasında derin yapıların iradesi, dahli bulunan olaylar ekseriyetle taşeron örgütlerce gerçekleştirilmektedir.

    Anayasa ve yasaların; hak, hukuk ve adaletin belli kesimler için geçerli olduğu düşüncesinin hâkim olduğu sistemlerde siyasi idare, düşmansız edemez; illaki kendilerine bir düşman üretirler. Bu hep böyle olagelmiştir; zihniyet devam ederse böyle olmaya da devam edecektir.

    Öte yandan yüzyılın karanlık hadiselerinden ve akabinde yaşanan sosyal ve siyasal hareketlilik ve yönetim tarzının ülkeye faturası çok ağır oluyor. Bu tür olayların sonrasında ülkenin gelirini birtakım klikler, güç odakları yiyor ama yaşananların faturasını ödeyen de daima halk oluyor.

    Doğal sıcaklarıyla yanıp kavrulduğumuz temmuz ayının sosyal ve siyasal ateşiyle de yanıp kül oluyoruz. Temmuz denince hatırladıklarımızın devamını bir başka yazımıza havale ederek sözü, şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’e bırakayım:

    "Ağaç görmüş yakmışlar, 

    Bir kanat görmüş kırmışlar,

    Şimdi de düşmüşler insan izine..

    Nerede insan,

    Nerede ışık,

    vurmuşlar."

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.