|   | 
  • Cevahir Kadri

    Ciğerlerimiz Yanarken Saçını Tarayanlar

    Ülkenin dört bir yanı çok zamandır yangın yeriydi zaten. Gerek siyasi şartlar gerek salgın şartları sebebiyle işinden, aşından olmuş, mesleğinden, onurundan, özgürlüğünden edilmiş, ekonomik ve sosyal düzeni altüst olmuş insanların yanan yürekleri, yüreğimizi kavuruyordu o yanan yüreklerle birlikte. Her gün aşuraydı, acılar içinde kıvranıyordu canlar ve gerçekten dert ve sıkıntıda olanlar için her yer Kerbelâ idi.

    Başkasının acısından mutluluk duyan, devşiren güruhtan olmamak bir şükür sebebi olmalı, canilerden, zalimlerden yana olmamak, kendini hakkın hukukun, adaletin yanında konumlandırmış olmak, olabilmek gerçekten bir şükür sebebi! Çünkü bu, nimetlerin en büyüklerinden. Doğru bakış açısına sahip olmanın getirisini, kazanımını ölçecek bir terazi bilmiyorum.

    Temmuz şüphesiz gerçek anlamıyla sıcak bir zaman dilimi; havası çok sıcak, geçen aylara kıyasla. Zamanın bir kabahati yok, bütün kabahatler insanların. İnsan hayatını derinden etkileyen olayların belli zaman dilimlerine yoğunlaşmış olması olayların oluş biçime farklı anlamlar katıyor. Biliyoruz ki “İyilikler Allah’tan, kötülükler nefislerimizden”dir!

    Doğru hâl, doğru hareket

    An oluyor hazan mevsiminin başlangıcı eylüller nice canların hayatını altüst ediyor, evlatları annesinden babasından; ailesinden ayırıyor, zulmün kırbacı gencecik fidanlar üzerinde varlığını gösteriyor. An oluyor ki soğuk şubat ayazlarında cehennem sıcakları yakıp kavuruyor masumları. An oluyor temmuz sıcakları sıcaklar üstüne çöküyor ve ülkem insanı birbirinin üzerine salınıyor. Kalpler kaskatı kesiliyor ve sevgi, muhabbet diye bir şey kalmıyor, buz kesiyor o sıcakta bütün kalpler.

    Toplum gerildikçe geriliyor, en yakınını en uzak ve tahammül edilemez yaftalarla yaftalayıveriyor. Babalar evlatlarını evlatlıktan ediyor, hiçbir bilgi ve belgeye bakmaksızın. Aileler parçalanıyor, çocuklar anne baba sevgisinden mahrum bırakılıyor. Bütün bunların üstüne, evet, bütün bunların üstüne karanlık odaklar kapkaranlık planlarını daha da derinleştireceğe benzer işler çevirmekteler. Yaşamakta olduğumuz şu kahrolası orman yangınları akabinde yazılıp çizilenler, bazı vahim hadiseler, daha sağduyulu olmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Aklıselim, kalbiselim ve sağduyuyu ile hareket etmenin tam zamanı. Yıllardır fitne ateşini topluma salanlar, bunlardan nemalandıkları yetmemiş olacak ki gerçek ateşleri ormanlara salıp oradan toplumu birbirine düşürmenin planlarını yapıyor olmalılar. Olayları birbirinden bağımsız bir şekilde değil, bir bütün olarak okumanın ve öyle değerlendirmenin gereği var.

    Yanan kuşlar, ağaçlar, yaban hayatı neler söyler?
     
    Ormanlarımız yanıyor, ülkemin ciğerleri yanıyor, yaban hayatı, dilsiz masumlar yanıyor. Hz. Süleyman (aleyhisselam) yok ki hayatta, o yaban hayatın çığlıklarını, feryatlarını, dillerini duyup anlayabilelim. “Süleyman kuş dilin bilir dediler, Süleyman var Süleyman’dan içeru” diyen Koca Yunus, ah, gönüller yapmağa gelen Yunus, nerelerdesin, sen olsan belki sen de duyup bilecek ve bizlere diyecektin! Çünkü “sarı çiçekle konuşan, dağlar ve taşları aşan, Mevla’yı çağıran sendin!” Şimdi ne gönül yapan kaldı ne de gönülleri abad etmeye çalışan. Varsa yoksa gönül kıranlar, gönüller yıkanlar kol geziyor, canlar yanıyor, ciğerler yanıyor. Bütün bir tabiat heba oluyor. İster istemez Akif’in şu dizelerine başlık yaptığı şu ayeti kerime hatıra geliveriyor: “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım?” (A’râf, 155)

    Nâmahrem Ağaçlar başlıklı denemesinde yazar Ali Çolak, ağaçlarla olan sevgisinden, diyaloğundan, muhabbetinden bahsettikten sonra “Çocukluğumun, gençliğimin, bırakıp geldiğim o yaylaların, ovaların bütün hatırası onlarda yaşıyor artık. Uzaktan konuşabildiğim, hasret giderdiğim, yabancılığımı alıp götüren biricik dostum oldular. Biliyorum, insanoğlunun duymak bilmez konut yapma şehveti, bir gün oralara da ulaşacak ve o tepeler darmadağın edilip ağaçlarım kesilecek. İşte o gün, sonsuz bir acıyla yıkılacağım. Bu korku, yaklaşmakta olan bir felaket gibi içimi kemirip duruyor.” diyerek bugün yaşamakta olduğumuz o felaketi âdeta önsezileriyle ortaya koyar. Pablo Neruda’nın “Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer.” dizesini alıntıladıktan sonra şunu ilave etmeden geçemez “Elleri kuruyası insanoğlu ne denli uğraşırsa uğraşsın, ağaçların soyunu kurutamayacak. Kuşlar bir tohumu taşıyıp toprağa düşürdükçe yeni ağaçlar filizlenip yeni aşklar tutuşacak.” diyerek gelecek adına ümit yağmurları salar yanan ciğerlerimizin üstüne! Böylelikle bir nebze olsun, teselli buluruz.

    Yanan bütün ormanlar, yaban hayatı, kuşlar, kaplumbağalar, tavşanlar, ağaçlar, çiçekler, böcekler kısacası bütün bir ekosistem alevler içindeyken saçını taramakla meşgul bazı ham ruhlar, acılardan nemalanan kem talihliler, insan görünümlü nevzuhur yaratıklar var! Rabbim’den dileğim ve duam; Ya Rab, masumları, hayvanları, börtü böceği, kuşları, yaban hayatının bütün canlarını, ağaçları hasılı bütün canlıları ateşlere salıp onların ateşinde ısınan, ekmeğini o ateşte pişiren, geleceğini o ateşle inşa eden kim varsa onları sana havale ediyorum. Sen herkesin hakkını en iyi şekilde verensin, onlara da hak ettiklerini ver Allah’ım!

    Akıl sorgulamayı gerektir

    Toplumu etkileyen olayları irdelemek için önce bugünü sonra dünü ayrı ayrı değerlendirmek ve sonrasında her ikisini bir bütün hâlinde okumak ve bugünü öyle değerlendirmek gerekir. Şimdi dünle ilgili gerçekleri öğrenmek, yaşanan olayları sorgulamak ve sorumlular hakkında gerekenin yapılmasını istemek bir vatandaş olarak en doğan ve yasal hakkımız!

    Orman yangınlarını bilinçli olarak çıkaranlara, bu ülkenin maddi manevi değerlerine, zenginliklerine kol kanat gerecek, onları savunacak hâlimiz yok. Allah’ın, meleklerin yerdekilerin ve göktekilerin laneti onların üzerine olsun!

    Orman yangınlarının çıkış sebebi ne olursa olsun, devlet olarak bu tür yangınlara karşı hazırlıklı olmak, en kötü senaryolara göre dahi yangınların üstesinden gelme planlarımız ve bular için gerekli araç gereç ve eğitilmiş personelimizin olması gerekmez mi? Tedbirlerin alınması için illaki yangınların mı çıkması gerekir?

    Tedbirli olmak en büyük itibardır

    Tarım Orman Bakanı’nın ifadelerine göre, Bakanlığın envanterinde yangın söndürme uçağı yokmuş. Şimdi şu sorunun sorulması hak değil mi? Arkadaş, iki üç ay önce iktidara gelmiş bir hükümet değilsiniz. Yirmi yıla yakındır iktidarda olan ve daima da çoğunluğa sahip bir hükümet, bugüne kadar neden yangın söndürme uçağı almamış, bu konuda gerekli yatırımı yapmamıştır? Hem başka başka alanlarda söz edilen “itibar” buraya gelince neden unutulur? Devletin asıl itibarı, toplumsal, askerî veya ekolojik her türlü olayların üstesinden can ve mal kaybı olmaksızın veya en az zayiatla gelmekte değil midir? Beka, beka diye söylenen onca söz vardı. Beka ise, işte beka; geleceğimiz yanıyor. Ve bunun üstesinden gelmek için âdeta “pansuman” tedbirlerle hareket ediliyor, olay vuku bulunca çalışmalara girişiliyor. Asıl itibar, bu olayların üstesinden gelmek değil mi?

    Hem ormanlara sahip hem de sıcak iklimde yer alan diğer Akdeniz ülkelerine baktığımızda Fransa’nın 21, Yunanistan’ın 22, İtalya’nın 19, İspanya’nın 17 yangın söndürme uçağı var. Ama aynı kuşakta yer alan ve hemen hemen her yıl az ya da çok orman yangınlarıyla karşı karşıya olan ülkemin “envanterinde” bir tane bile uçağı yok! Bu, anlaşılabilir ve affedilebilir bir durum mu sizce?

    Uçaklar bir uçabilse kuşları kurtarabilse
    Tarım ve Orman Bakanı’nın açıklamalarına göre Türk Hava Kurumu bünyesinde var olan uçakların kapasitesinin yeterli olmadığı, uçakların teknoloji bakımından eski olduğu, pilotların bu uçaklarla uçmak istemedikleri bilgisi yer alıyor. Aynı mesele, başka kaynaklardan okunduğunda tam tersi bir durum ortaya çıkıyor. THK uçaklarının 4.900 ton kapasiteli olduğu, ihale şartnamesine 5.000 ton yazılı olduğundan bu uçakların ihale dışı kaldığı bilgisi ise işin ayrı bir yönü.

    Yangını söndürmeye karıncanın bir damla suyuna bile ihtiyaç duyulduğu bir durumda 100 litre eksik diye en az altı uçağı ihale dışı bırakmak ne ile izah edilebilir bilmem ki? THK uçakları başka bir ülkenin malı değil, şimdiye kadar neden modernleştirme çalışmaları yapılmadı? Bunu engelleyen, yapmayan kim, kimler sorumlu?

    Sosyal medyada bir paylaşıma rastladım, durumu sorgulamak adına oldukça basit bir soru soruyordu: “Bir arabanın denetiminde yangın söndürme tüpü, cihazı yoksa araç sahibine 114 TL ceza kesiliyor. Ama ormanlarla kaplı birçok alanı olan devletin envanterinde bir tane yangın söndürme uçağı yok! Anlaşılır gibi değil!”

    İşin uzmanı değilim, ama ciğeri yanan, ülkenin maddi manevi zenginlinin heba olmasında duyarlı bir vatandaş olarak soruyorum: Ormanlara ateş salanlar kadar, bu tür olaylara, sabotajlara hazırlıklı olması gerekenlerin gerekli hazırlığı yapmamalarının bu yangında bir payı yok mu?

    Ebu Zerr’den (radıyallahu anh) ve itibar

    İstedikleri yerlere gerekli parayı bulanlar, toplumun menfaatine olan alanlarda para yok yalanının arkasına saklananlara sözü Ebu Zer (radıyallahu anh) söylesin:

    Hz. Muaviye, kendisine Şam’da görkemli bir Yeşil Saray inşa eder. Hz. Muaviye, Hz. Ebu Zerri’l-Ğıfari’ye sorar: “Sarayımı nasıl buldun?”

    Hz. Ebu Zerri’-l Ğıfari: “Ey Muaviye! Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır. Eğer halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır. Kul hakkına girer. Bunu ancak firavunlar yapar.” der.

    Devletin “itibarı” şatafatta, görkemde değildir, en başta adalettedir; askeri, toplumsal, ekonomik ve ekolojik sorunlarda en az zayiatla hatta zayiatsız işin içinden çıkabilme becerisindedir. Vergiler, vatandaşların bütünün ve ülkenin tamamının huzur ve saadeti için seferber edilmelidir, sadece belli kliklere değil. O zaman, o büyük sahabi Ebu Zerr’in (radıyallahu anh) söylediği gerçekleşmiş olur!.. Sorumlu olanlar da dünya ve ahirette hesabını vermek durumunda kalırlar. Yanan bunca ormanın, hayvanatın, otların, kül olan emeklerin, geleceğin hakkı sorulmaz mı? Bütün bu değerleri yakanlarla, bu konuda tedbir almayanlar “yakma suçu”na ortaklık etmiş olmazlar mı?

    Yangınlara uzakta olanlar, dualarıyla, maddi manevi destekleriyle sahada görev yapan ekiplere yardımcı olmalılar. İşin uzmanı olanlar bilgileri manipüle etmeden meseleyi bütün çıplaklığıyla ortaya koymalılar.

    ‘Canı Cehenneme’

    Duyarsız olmayalım, ülkenin maddi manevi kaynakları heba edilirken, canlar, canlılar ateşe verilirken duyarsız olmayalım, ama aklıselimi de elden bırakmayalım. Toplumu birbirine düşürmek isteyenlerin oyunlarına gelmeyelim.

    Duyarsızlığı anlatmak için söylenen bir söz vardır: Mahalle/köy yanarken … saçını tararmış. Ülkemin her yeri yangın yeri olmuşken rahat ve huzur içerisinde, eğlencesinde, zevk ü sefasında olanlar… Şair Şükrü Erbaş şu dizeleri Canı Cehenneme adlı şiirinde sizler için söylemiş olmalı:

    “Canı cehenneme rahat uyuyanın
    Kapısını örtenin perdesini çekenin
    Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın
    Duvarları ancak çarpınca görenin
    Canı cehenneme başkasının yangınıyla
    Evini ısıtıp yemeğini pişirenin.

    Bahçesine dek gelen alevleri
    Şehrayin sanan aptalın
    Canı cehenneme, camlarında
    Parçalanmış cesetler uçarken
    Bir iğdiş incelikle çiçekleri sulayanın.
    Mutfakla yatak odası arasında
    Çarşılarla gövdesi bencillik hırsı
    Yılgınlıkla yenilgisi arasında
    Dünyayı tüketenin canı cehenneme.
    …”

    Allah’ım, İbrahim (aleyhisselam) için ateşleri gül bahçelerine çevirdiğin gibi yanan, yakılan alanları gül bahçesine çevir! Ülkeyi ateş sarmalına atan, atmak isteyen zalimlere hak ettikleri cezayı bu dünyada da ver, ahirette de! Masumlara iyilik ve güzellikleri bu dünyada ver, ahirette de! Sen, herkese hakkını en iyi şekilde verensin! Âmin!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.