Muhteşem ikili; muhteşemliği birlikteliğinden doğan ahenkte gizli. Birlikteliği yoksa ikisi de ayrı ayrı tellerden çalıyorsa orada ne ahenk kalır ne de ruhları derinden etkileyen sahici bir nağme.
İster güzellik olsun isterse kötülük; var olma sebepleri ortadan kaldırılınca ortada ne güzellik kalır ne de kötülük!.. Güzelliğe yol bulan vesileleri kaldırırsanız meydanda saf bir kötülük kalır. O durumdan da buna itiraz edenlerin dışında kimsenin şikâyet etmeye hakkı yoktur. Çünkü iyiliklerin, güzelliklerin ve ona vesile olanların ortadan kaldırılması sırasında suskun kalanların da en az o kötülüklerin hakimiyetini inşa edenler kadar, kötülüğün inşasında payları, suçları vardır. Neye sebep olduysan neticesinde meydana gelen durumdan da o kadar payın vardır; ama iyi ama kötü!.. Nitekim kadim sözde “Sebep olan yapan gibidir.” denmiştir. Onun için iyilik, güzellik dilemeli, iyiliklere, güzelliklere vesile olmalıyız.
Bir konuda söylemlerimiz ile eylemlerimiz çatışıyor, ayrı ayrı telden çalıyor ve birbirine zıt istikametleri gösteriyorsa orada samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük vardır. Riyakârlık ve hatta sahtekârlık vardır. Böyle bir tablonun ressamları arasında, topluma ve ülkenin geleceğine yön veren siyasileri en başlarda görmek çok üzücü. Çünkü bugün siyaset salt kişisel menfaat odaklı olarak yapılıyor ve “gemisini yürüten kaptan” anlayışı ile hareket ediliyor.
Geçmişte pek çok farklı dönemlerde olduğu gibi günümüzde de “Penrose üçgeni” dönemlerinden geçiyoruz. İmkânsız üçgen olarak da bilinen Penrose üçgeni, fiziki âlemde var olması mümkün olmayan, sadece çizimde veya iki boyutlu bir yüzeyde “varmış gibi” görünen, görsel yanılsama niteliğinde geometrik bir şekildir.
İnsan, türlü görseller eşliğinde algılarında yanılabilir, olmayanı var, hayali gerçek sanabilir. Teknolojinin imkânları ile birlikte, ortaya konan çizim ve çizgilerle bu tür sanal gerçeklikle verilmek istenen algının zihinlerde yer etmesi hayli kolaylaşmıştır. Bu da göstermektedir ki aklımızı daha çok kullanmamız, düşünüp sorgulamamız daha da gerekli bir hâl almıştır. Çünkü belli bir açıdan bakınca bazı şeyler mükemmel ve gerçekçi görünür, ama gerçeği bunun tam tersidir; değişik ve düzensizdir. Görünüş, insanı çoğu kere aldatabilir. Söylenen her şey gerçek değildir, gerçeklerin hepsi de söylenmiş değildir!
Toplumu yönetenlerin söylem ve eylemleri bana biraz da bu Penros üçgenini hatırlattı. Çünkü onlar, çoğu zaman ülke menfaatini değil de siyasi ikballerini, geleceklerini, kişisel ve siyasi menfaatlerini önceliyorlar. Bundan dolayıdır ki toplumda sürekli olarak çatacakları bir iç düşman üretip duruyorlar. Bunun sonucu olarak da evrensel hukuk ve adaletten, insan hak ve özgürlüklerinden uzaklaşarak birçok mağduriyetlerin yaşanmasına sebep oluyorlar.
“28 Şubat sürecinde başörtülü olduğundan ciddi bedeller ödemiş, doktora tezi dönemin MGK brifinglerine konu olmuş” Alev Erkilet: “Küresel kapitalizmin yarattığı toplumsal adaletsizlikler üzerine kafa yormayı bırakan Müslüman yabancılaşmıştır.” diyerek bu sözleriyle günümüz Müslümanlarının bilhassa iktidardaki siyasal İslamcıların durumunu ortaya koymuştur. Söylemde Müslüman, eylemde kapitalist; söylemde sosyal adaleti savunan bir Müslüman ama eylemde “Rabbena hep bana” anlayışı ile iktidarda olmanın bütün nimetlerini kendilerine ve yandaşlarına “helal” görmekten çekinmeyen bir kapitalist. İktidara gelirken veya iktidardayken söyledikleri güzel söz ve düşünceleri eylemleri ile çelişkiler yumağına dönüştüğünden bugün söyledikleri düşünen, akleden insanlar nezdinde inandırıcı ve samimi bulunmuyor, eylemleri de hak, hukuk ve adalete uymuyor.
Belirli gün ve haftalarda, o haftaya özgü konularla ilgili olarak ayet, hadis, güzel söz ve aforizmalarla dolu konuşmalarda konunun önemine dikkat çekilir. Lakin sözün etkisi yoktur çünkü sözü söyleyen, konuşan yetkisi olan biri bile olsa o konuda hakkaniyetli bir şekilde hareket etmediğinden, o yönde harekete geçmediğinden bütün bu methü senalar ortaya söylenmiş, muhatapsız sözlerdir. Nitekim her hafta cuma günü hutbede Allahü Teâlâ’nın “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” (Nahl,90) emri tekrar ve tekrar okunuyor. Ama bu kadar zulüm ve haksızlıklar okunan, dinlenen bu ayeti işitmişliğin, bilmiş olmaklığın gölgesinde işleniyor, gerçekleştiriliyor.
24 Kasım Öğretmenler Günü; 12 Eylül Darbe dönemlerinden kalan bir kutlama. Doğumunun 100. yılı olan 1981’den itibaren, Atatürk’ün Millet Mekteplerine Başöğretmen olduğu günün anısına ülkemizde “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaktadır. O gün kürsülerde, beyanatlarda, paylaşımlarda öğretmenin ne kadar ulvi, yüce bir görevi ifa ettiğini, öğretmenin hakkının ödenmesinin mümkün olmadığını, bütün peygamberlerin İlahi öğretileri topluma bildirmesi, öğretmesi bağlamında aynı zamanda öğretmen olduklarını beyan ile çeşitli ayet, hadis, özlü sözler ve modern Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vecizeleriyle yüklü konuşmalar dinleyeceğiz. Bu konuşmaları öteden beri hep dinledik, dinliyoruz ve dinlemeye devam edeceğiz. Ama aynı konuşmaları yapanlar; sorgusuz ve savunmasız bir şekilde, 35 bini kamudan olmak üzere 20 bin de kapatılan özel okullarda çalışan öğretmenleri çok sevdikleri mesleklerini yapamaz duruma düşürdüler. Bu öğretmenler, yasalar çerçevesinde hiçbir zaman asla suç teşkil etmeyecek şikâyet ve ihbarların neticesinde hukuk ve adaletten uzak yargılamalarla çeşitli hak ve özgürlüklerinden de mahrum bırakıldı. Yetmedi, sürecin ağırlığı altında beraat almış, AYM ve AİHM tarafında hak ihlali görülmüş olanların büyük çoğunluğu yasal haklarına iade edilmediler.
Şimdi bu kadar hukuksuzluklara imza atmış olanların hak, hukuk ve adaletten bahsetmeleri, öğretmenleri ve görevlerini kutsamaları ne ifade eder, bu konuşmalardan ve beyanlardan yeni nesil nasıl bir öğüt alır ki! Söz, sahibini bağlar ama bu sözler o kadar çürük ki sahibinin esaslı bir duruşa sahip olmasını bile sağlayamıyor.
Şimdilerde, “Terörsüz Türkiye” üzerinde yoğun çalışmalar yürütülüyor. Bu tanımlamayı samimi bulmadığımı belirtmek isterim. Çünkü 40 yılı aşkın bir süredir devlete ve millete maddi manevi birçok kayıplar verdirmiş, birçok askerimizin, polisimizin, öğretmenimizin ve sivil insanımızın hayatına kastetmiş silahlı ve eli kanlı bir terör örgütünü onlara özgü yasalar çıkararak affedeceksiniz, ama ne idüğü belirsiz, hukuk ve adaletle bağdaşmayan ve görece uygulamalarla “irtibat ve iltisak” kriterleriyle kamudan ihraç ettiğiniz, silahla, terörle, teröristlikle hiç alakası olmamış insanları “terörist” olarak niteleyip türlü haklarından mahrum bırakmaya devam edeceksiniz!.. El insaf!..
Ne diyelim; melekler omuzlarda, kaliteli çekimler yapıyor. Gizli ve açık, yapıp ettikleriniz meleklerce dosyalanıyor. Allah yapıp edilenlerden, açıklananlardan, gizlenenlerden hasılı her şeyden haberdardır. Gün gelip adalet güneşi elbette masumların üzerine doğacaktır. Masumluk kadar güçlü bir hâl yoktur.
Allah özüyle sözü bir davranmayı nasip eylesin. Hakkın, hukukun, adaletin ve gerçeğin yanında; haksız ve hukuksuzlukların karşısında yer alan, masumiyetlerine rağmen mağduriyet çöllerine atılmış, gönülleri yaralı öğretmenlerin de “Öğretmenler Günü” kutlu olsun!














