Adını ne koyarsak koyalım diploma, geçmiş asırlardan beri var olan ve kişinin bilgi, beceri ve donanımını, belli bir alandaki liyakatini gösteren bir belgedir.
İnsan toplum hâlinde yaşayan bir varlıktır. Bireye ve topluma yararlı olacakları ve bunun getireceği iş yükünü bir kişinin üstesinden gelmesi mümkün değildir. Bu, toplum hayatında iş bölümü yapılarak işlerin yürütülmesiyle çözüme kavuşturulmuştur. Birey, hayatı boyunca yapmak istediklerini, kendi özelliklerini, bilgi ve becerilerini de dikkate alarak bir yol seçer ki ona biz meslek diyoruz. Meslek, “takip edilen yol, yöntem” gibi anlamlara gelmektedir. İnsan, hayatını kazanmak için değişik mesleklere yönelir, o yönde bilgi ve becerilerini artırır, geliştirir ve o sahanın en iyilerinden olmaya gayret eder. Gayret eder ki o alanda adını duyurarak bireysel kariyerini zirvelere taşıyabilsin.
Bir arada yaşama azmi ve iradesini taşıyan insanların gün geçtikçe sayılarının artması ve insanların birbirlerini tanıyamaz hâle gelmesi ile toplumun farklı alanlarıyla ilgili olarak görev alacak kişilerin bilgi ve becerilerini doğru ve kesin bir şekilde ortaya koyan, herkesin kabul edebileceği bir belgeye ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaç, diploma veya icazetname ile giderilmiş veya karşılanmıştır.
Diploma, TDK Güncel Türkçe Sözlük’e göre İtalyanca asıllı ve “bir kimseye herhangi bir okulu veya öğrenim programını başarıyla tamamladığını, bir derece veya unvanı kullanmaya hak kazandığını, bir iş, sanat veya meslek dalında çalışabilme yetkisi elde ettiğini belirtmek için bir öğretim kurumu tarafından düzenlenip verilen resmî belge; icazet, icazetname, şehadetname” anlamına gelen bir kelimedir. Öte yandan, TÜBİTAK’ın ansiklopediler web sitesinde Enver Beşinci, diploma kelimesinin Grekçe asıllı bir hukuk kavramı olduğunu, Eski Yunan’da "iki levha arasına yazılmış hukuk akdi" için kullanıldığını ve “ikiye katlanmış şey, katlanmış kâğıt, parşömen, katlanmış evrak, ruhsatnâme, dosya ve berat” gibi anlamlar taşıdığını, aynı sözcüğün Latince karşılığının ise "tavsiyenâme veya yetki belgesi” anlamına geldiğini, Roma'da imparator veya senato tarafından posta araçlarında kullanılmak üzere verilen pasaporta ve askerlik yapanlara bazı imkânlar sağlayan “imtiyaznâme”ye de diploma dendiğini belirtir. Ayrıca Osmanlı Türkçesinde de kelimenin, “izin belgesi” anlamındaki “icâzetnâme” yanında “berat ve ruhsat” kelimeleriyle de eş anlamlı olarak kullanıldığını, bütün bu özellikleriyle kısaca diplomanın, “resmî otoriteden gelen ve amacı, bir hak, unvan sağlamak, belirlemek ve onaylamak olan belge” diye tanımlanabileceğini belirtir. (https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/diploma)
Cumhuriyet Dönemi’nde ilk zamanlarında ise diploma yerine şehadetname (halk arasında şahadetname) kelimesinin kullanıldığını biliyoruz. Dedelerimizden, babalarımızdan ve başkaca büyüklerimizden diploma yerine şahadetnamenin kullanıldığını duymuşuzdur.
Günümüzde diploma; anasınıfı, ilkokul, ortaokul, lise, ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora gibi okul ve programları başarıyla bitirenlere verilen resmî belge anlamıyla hayatımızda yer alır.
***
Konuyu ele alma sebebimiz, son günlerde medyamızı da meşgul eden sahte diplomalar… Basında yer alan haberlere göre, kamu kurumu yöneticilerinin e-imzasını kopyalayarak sahte diploma ve sürücü belgesi düzenlediği tespit edilen 134 kişi hakkında geçen mayıs ayında dava açılmış, davaya ikinci bir iddianamenin hazırlanması neticesinde 65 kişinin daha eklenmesiyle sanık sayısı 199'a çıkmıştır. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıklamalarına göre bu sanıklardan 37’si tutuklanmıştır.
Karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Hiçbir emek sarf etmeden, terlemeden yorulmadan devletin önemli mevkilerini işgal ederek başkasının hakkını, hukukunu çiğneyenlerin kazançlarına kazanç katarak haksız ve hukuksuz biçimde zevk ü safa sürenler bir yanda; dişinden tırnağından artırarak uzun yıllar verdikleri emeklerin neticesinde sahip oldukları diplomaları ile hayata hazırlanma ve iyi bir iş bulma gayreti içerisinde olanların yeterince iş ve kadro bulamamaları ile ruhi ve ekonomik sıkıntı çekmeleri ve yıllar yılı binbir emek ve gayretin sonucunda vatana ve millete en iyi şekilde hizmet eden gerçek diploma sahiplerinin on yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen işin aslının belli olmadığı bir meşum olay bahanesiyle çarşaf çarşaf KHK listeleri ile işinden, aşından, hak ve özgürlüklerinden, mülkiyet haklarından uzaklaştırılarak işsiz bırakılmakla “ağaç kökü”ne mahkum edilmeleri diğer yanda!..BU sahtelikler, bardağı taşıran son damla olmuştur. Sahtelikler, sahtekâr el üstünde tutulurken gerçekler, hak edenler, haklılar yokluğa, yoksunluğa ve yoksulluğa mahkûm edilmektedir. İşin ironik yanı ise bu müessif olayın, iktidarda “adalet ve kalkınma”yı kendilerine isim olan seçen, “duyarlı” bir iktidarın “ustalık” döneminde yaşanmaktadır.
Bugün iktidar sahipleri öyle bir elbise ile kuşanmışlardır ki üzerlerine hiçbir olumsuzluk, eleştirilebilecek eksiklik, hata, suç ve atılabilecek çamur bile onlara bulaşmaz ve bulaşmamaktadır; o derece korunaklı bir kumaşla kuşanmışlardır yani. Sonunu bir türlü getiremedikleri ve her daim her olumsuzluğu üzerine boca ettikleri dört harfliler ile işin içinde çıkmaları bugün mümkündür. Halk da bunu -şimdilik- yemektedir. Ama şurası da bilinmelidir ki yemenin de bir doyum noktası illaki vardır. Bugün iştahla yenen yemek yarın “tukaka” olacaktır ve olmaya da mahkûmdur. Çünkü yaşanan müessif olayların üzerinden siyasi gücün kalkması, gerçeğe ulaşmanın yolunun açılması demektir.
Yapay zekâ, gün geçtikte hayatımızda daha çok yer almaya başlamıştır. Bu sahte diplomacılarla ilgili, yapay zekâ ürünü şu tür paylaşımları medyada çokça görmekteyiz: “Diplomacı ayağınıza geldi; doktor, mühendis, eczacı, avukat, ekonomist diplomaları yarım saatte hazırlanır hemen teslim edilir.” İşin esprisi hayatımıza neşe katabilir ama her türlü hakkı hukuku, emeği elinden alınanların yüreklerine bir serinlik, ruhlarına bir esenlik vermemektedir.
Her türlü torpil ve sahtelikler ile hakkı yenen gençleri bunalımdan bunalıma sürükleyen bu yanlış uygulamaların içinde olanlar ve bunları bildikleri hâlde ses çıkarmayanlar gençlerin sürükleneceği her türlü olumsuzlukların da vebalini üzerlerine almaktadırlar. Bu sahtelikler dayanışması, aynı zamanda toplumu bilinmez ve içinden çıkılmaz bir kaosa götürür ki toplumun sağlık ve selameti açısından çok tehlikelidir.
Geçenlerde Diyanet TV’deki bir programda, Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi İdris Bozkurt’un “Torpille işe girmek doğru değildir, vebaldir, kul hakkıdır, başkalarının ondan dolayı haklarını gasp etmek vardır.“ dedikten sonra “Ama işe girdikten sonra bir emek verdi, bir mesai harcadı. Bu bakımdan işe girdikten sonra elde edilecek kazanç, helaldir.” fetvası çeşitli tartışmalara yol açtı. Çünkü bu, hakkaniyetli bir yol ve meşru bir açıklama değil. Meşru olana ulaşmanın yolu da meşru, hakka, hakikate ulaşmanın yolu da hak, hukuka ulaşmanın yolu da hukuk ve adalet üzere olmalıdır. Nitekim hukukta usul esastan önce gelir. Hak davaya batıl yollarla erişilmez, ulaşılmaz ve gidilmez. Bu düşünce, hırsızlığı mübah gösteren bir anlayıştır. Bu bir bakıma “Evet, hırsızın bir şeyler çalmak amacıyla izinsiz olarak mekâna girmesi suçtur, günahtır. Ama o bunları yaparken birçok emek ve mesai harcıyor. Onun gasp ettiği mallar, paralar da helaldir.” gibi bir sonuca götürür ki bu büsbütün yanlıştır!.. “Sebep olan yapan gibidir.” gerçeğinden hareketle liyakat kesp etmeden, çeşitli torpillerle girilen işten elde edilecek her kazancın içerisinde daima o haksızlıktan, kul hakkından doğan vebal daima olacaktır. O kazanç, asla büsbütün tertemiz ve helal, bunları yapanlar da sütten çıkmış ak kaşık olmayacaktır. Liyakat sahipleri aç ve açıkta gezerken, onların bağrına ateşler düşerken liyakatsizlerin, torpillilerin günü her dem bahar olamaz ve olmayacaktır. Hakkı yenenlerin hakları onların peşlerini adım adım takip edecektir.
Bugün iktidara ve hukuk insanlarına düşen görev; bu konunun ayrımsız bir şekilde üzerine giderek öncelikle diplomasında şaibe olanları açığa alarak onarı görevden uzaklaştırmak ve tarafsız bir şekilde, siyasi veya başka türlü hiçbir baskıya maruz kalmadan sadece gerçeği ortaya çıkarmak olacaktır. Bu; temiz, güvenilir ve hakkaniyetli bir toplum için olmazsa olmazlardandır. Yoksa vebal üstüne vebal kuşanacaklardır.
Sözü şair Ataol Behramoğlu’na bırakalım da “Yunus Gibi” söylesin:
“Emeksiz zengin olanın
Kitapsız bilgin olanın
Sermayesi din olanın
Rehberi şeytan olmuştur.”