|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    {eğitim eğitim eğitim (19)} KİMLER ÖĞRETMEN OLMALIDIR (10)

    1- Öğretmenlik yeteneğiyle doğmuş olmak ve lise çağından itibaren öğretmenliğe hazırlanmak, işin olmazsa olmazıdır.

     

    2- Öğretmenlik mesleğini gerçekten sevmek, bir ideal olarak görmek ve mesleği yapmaya engel teşkil edecek bir fizyolojik özrü bulunmamak ikinci şarttır.

     

    3- İkinci maddenin izdüşümü olarak, üniversite giriş tercihlerinde “eğitim fakültelerinden birini” ilk tercihe yazmış olmak da üçüncü şarttır.

     

    4- Çok para kazanma, zengin olma, rahat ve lüks bir yaşam sürme gibi TAKINTILARI bulunmamak.

     

    5- Amatör ruha, amatör kişiliğe sahip ve fedakârlığı şiar edinmiş gönüllülerden olmak.

     

    6- İnsanı ve çocukları gerçekten sevmek ve önemsemek.

     

    7- Doğayı (yaratılmışı) Yaratan’dan ötürü sevmek, onu inceleme ve koruma heyecanını taşımak.

     

    8- İnsan olmak, kul olmak, vatandaş olmak adına, insana ve doğaya dönük bir mefkûresi bulunmak.

     

    9- Gökteki bulutu yük saymak yerine hareketliliği sevmek; aksiyon insanı olmak.

     

    10- Bilgili ve gelişime açık olmak, kendini yenilemek. Kitap okumak, kitap okumak, kitap okumak.

     

    11- Cesur olmak.

     

    Herkesten önce öğretmen olacak kişi sormalıdır şu soruyu kendine: Ben kimim, neyim? Nereden geldim, nereye gidiyorum ve niçin buradayım? Ağrı Dağı’nda bir kaya parçası olmadığını, Ilgaz Dağı’nda bir kayın ağacı olmadığını, sütü sağılan eti yenilen bir koyun olmadığını, bir hayâl değil gerçek olduğunu, yani bir insan olduğunu, bir kul, bir yurttaş olduğunu fark edemeyen insandan öğretmen olmaz. Ağaç olmanın, koyun olmanın ortaya çıkardığı projeksiyonlar varsa, insan olmanın ortaya çıkardığı bir projeksiyonun da varlığı inkâr edilemez. İşte öğretmen, “Ben bu projeksiyona uyuyor, yakışıyor muyum?” sorusunu kendisine sorduğunda gönül rahatlığı duyabilen kişidir. İnsan olmanın gereklerini yerine getirmek, insan olmaya yakışmak, birinci derecede öğretmeni ilgilendirir. Öyle ya insan yavrularına insan olmayı o öğretecektir. Demek ki “iyi insan olmak” ve bunun yanı sıra “iyi kul olmak”, “iyi vatandaş olmak” erdemlerini el üstünde tutan bir mefkûreye sahip bulunmalıdır öğretmen. Futbol fanatikliği, ganyan ya da kazı kazan bağımlılığı, sigara-alkol esareti, cinsellik zaafı, mal mülk tutkusu, siyaset zavallılığı, şöhret merakı, moda düşkünlüğü, işkembe mahkûmiyeti gibi basit, sığ ve hattâ zararlı saiklerle hareket eden bir robot değil, yüce, ulvî davâların adanmış insanı olmalıdır. Manevî, kutsal bir KIZIL ELMAya sevdalı olmalıdır. Herkesin bildiği bir isimle ifade edeyim; Gandi olmalıdır, Gandi! Ottan, çöpten, öğretmen olmaz!

     

    {{Muallimin mesuliyetleri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır......Her şeyden evvel muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârıdır. Kullanıcısı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil, aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, bize sunar; biz yaşarız...... Balını yemeyip yaptıktan sonra bize bırakan arının bu hareketini şuurlandırıp bir ideal hâline getirirseniz, onda muallimi bulursunuz. O, ruhumuzdaki kat kat fetihlerin kahramanı ve şerefli sahibi olduğu halde, bu hayatı yaşamayı değil, ona hizmeti tercih ile seçmiş fedakâr varlıktır...... Bu yolda adanmış bütün bir hayat ister...... Tahammülsüzlüğün, şikâyetin başladığı yerde muallimlik dâvası biter. Muallim, daima muvaffakiyetsizliğinin, zaaflarının sebebini arayarak kendini düzeltmeye çalışmalıdır. Gandi, talebesinde hata görürse, bunun sebebinin nefsindeki kifayetsizlik olduğunu kabul ederek oruç tutuyordu. Muallim, kaderin karşısına çıkardığı engellerle mücadele ederken sonuna kadar nefsinden fedakârlık yapmayı göze alabilen cesur insan olmalıdır. Muallim halk gibi, her yaşayan gibi yaşayamaz.

     

    Muallim, hepimizin her an muhtaç olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder. Ruhlarımıza sunar ve hakikat âleminden haberler verir...... Muallim, insan olan varlığımızı alır, ona sonsuzluk dünyası aşısı yapar. Hayat, (ancak) var olanı olduğu gibi tanıtmaya kabiliyetlidir. Muallim var olması lâzım geleni öğretir....... Muallim, yalnız ruhların sahibidir. Lâkin dâvasının ulaştırabildiği neticelere bakılırsa görülür ki, o, hakikatte doktorumuzdur, disiplin kurucumuzdur, toplum düzenimizin bekçisidir, ekonomik münasebetlerimizin düzenleyicisidir ve siyasî yaşayışımızın üstadıdır. Zira, bunların hepsinde o, haberi olsa da olmasa da mesuldür. Karakterlerdeki muvazenesizliğin, medenî terbiyedeki düşüklüklerin mesulü yine odur......

     

    ...Demek ki bize, mesuliyetin ne olduğunu bilen muallim lâzımdır. Bu muallim, sabrın üstadı, ilmin hakikat olduğu için hayranı ve ruhlara hakikat tohumlarını ektikten sonra, onlardan feyz almanın değil de, onlardan mesul olmanın âşığı, hizmet ehli ve sonsuzluğa imanın sahibi insan olacaktır......}}(30 ARALIK 1959’DA KUZEY KAFKAS TÜRK KÜLTÜR VE YARDIM DERNEĞİ’NDE VERİLEN KONFERANS’tan- Türkiye’nin Maarif Dâvası, DERGÂH)

     

    {{Temel vasıfları dindarlık, fazilet, tevazu ve olgunluk üzerine bina edilen Osmanlı müderrisleri, medreselerin parlak dönemlerinde bütün ilmiye sınıfı mensuplarına ve topluma örnek olacak niteliklere sahip kişiler olmuşlardır.}} (Tâşköprîzâde, 1985, 178, 305; Unan 2003)

     

    {{Alparslan devrinde temelleri atılan Nizamiye Medreseleri’nde de müderrisler, vazgeçilmez ve en önemli unsur olma vasıflarını korumuşlardır. Müderris, birçok zaman, bir medresenin ‘sebeb-i hikmeti’ olmuştur. Bir medresenin seviyesini tayin edici en önemli faktör, müderrislerin seviyesi olmuştur. Müderrisler, daima devrin seçkin âlimleri ve büyük üstadları arasından seçiliyordu.}} (Hasan Kutlutaş; ALPARSLAN DÖNEMİ SELÇUKLULAR’DA EĞİTİM POLİTİKALARI VE KURUMLARI)

     

    Tabiatında atalet, tembellik, üşengeçlik, ağır tabanlılık varsa, iyi ve başarılı bir öğretmen olamazsın arkadaşım. Hiç zahmet buyurup bu taraflara gelme. Öğretmen olup öğrencileri de bir aksiyon adamı öğretmen şansından mahrum bırakma. Sen o makamı işgal etmezsen, bakarsın yerinde duramayan, hareketi, hareketliliği seven, üşenme ve yorulma bilmeyen bir öğrenmen gelir o makamı doldurur. Hele hele kıçını öğretmen koltuğundan kaldırmadan ders saatlerini tamamlayacak ve “Görevim bitti.” diyeceksen, lütfen git bankada memur ol. Adam, haftada bir veya iki gün nöbetçi öğretmen oluyor, teneffüslerde bahçeye çıkıp nöbet görevini yapmaya bile eriniyor... canım benim. Öğretmenlik, yalnızca sınıf içinde icra edilen bir sanat değildir. Geziler, yarışmalar, sosyal aktiviteler, özel günlerdeki programlar, hafta sonu etkinlikleri, veli ziyaretleri, velilere yönelik programlar... Öğretmen arkadaşlarla meslekî birliktelikler, toplantılar, seminerler...

     

    Nazilli’de bir öğretmen arkadaş vardı; öğrencilerinin kalemlerinden çıkmış ürünleri derleyip kitap hâline getirmiş ve okuyuculara sunmuştu. Yani öğrencilerine editörlük yapmıştı. Öğrencilerin nasıl mutlu olduklarını, ne büyük bir yaşam sevinci duyduklarını anlatamam size. Düşünsenize, lise öğrencisisiniz, birkaç arkadaşınızla ortak bir kitabınız basılmış...

     

    1967. İzmir Buca Lisesi. Öğrencilerin ‘Pelte’ ismini taktıkları bayan bir kimya öğretmenimiz vardı... PELTE kelimesi çok şeyi anlatmıştır size, ben tafsilata girip kadının günahlarını da yüklenmeyeyim. Şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim; her ders, sınıfa girdikten en az on dakika sonra ağzını açıyor ve her defasında şu soruyu soruyordu: “Nerde kalmıştık?”. Anlamışsınızdır, nasıl bir öğretmen olduğunu. O yıl, kimya dersi adına öğrendiğim bir tek kelime bile hatırlamıyorum.

     

    İsmini bile unutmadım, bir tabiat bilgisi dersi öğretmenimiz vardı; Hasan Gözenç. Yıl 1966. Ortaokul 2. sınıftaydım. Adam bütün hafta sonlarını okulda bizleri birtakım etkinliklere hazırlamak için geçiriyordu. O yıl, Efes Oteli’nin (Çok önemliydi o yıllarda.) salonunda sunduk gösterimizi, süper alkışlar aldık. Aynı öğretmen bizi gezilere götürürdü. Onun sayesinde Demirköprü ve Kemer Barajlarını, Efes de dahil birçok tarihî yeri ve Çiğli Jet Üssü’nü gördük. 1966 yılında jet uçaklarını yakından görmek, onlara dokunmak, haklarında bilgi almak biz ortaokul öğrencileri için ne kadar önemliydi bir bilseniz. Hep koşuşuyor olduğu için, ileri yaşına rağmen fit bir vücudu vardı, Hasan Öğretmen’in, öyle götlü göbekli öğretmenlerden değildi. Ölmüştür büyük ihtimalle, Allah taksiratını af etsin. İşte böyle aksiyon insanı öğretmenlere ihtiyacımız var bizim. PELTE olacaklar, eğitim dünyasına bulaşmasınlar lütfen.

     

    Bilgilidir öğretmenler. Futbol takımlarını bilirler. Otomobil marka ve modellerini bilirler. Elli iki bilirler, okey bilirler, konken bilirler, tavla bilirler. Siyaset bilirler...

     

    Bundan dört beş yıl önceydi. Şimdikine benzer bir işgüzarlığım tutmuştu yine. Nice emek vererek hazırladığım bir kitabı bastırabilmek için yol arıyordum. EĞİTİMDE DEVLETİN YANLIŞLARI. Hayat Yayınları patronu Hayati Bey ile bir telefon görüşmesi yaptım. Sağ olsun, telefonda özenle dinledi beni. Kitabın hacmini ve içeriğini anlattım. Konuşmamıza şu sözlerle noktayı koydu: “Sayın Hocam, açıklamalarınızı dikkatlice dinledim. Anlattığınız gibiyse, böylesi bir çalışmaya, Millî Eğitim’de sürekli sıkıntılar yaşayan bu toplumun çok ihtiyacı var. Özellikle de gönül ister ki öğrenci velileri, bakanlık yetkilileri ve öğretmenler, yazdıklarınızı okusunlar. Ama biliyorsunuz, biz okuma özürlü bir toplumuz. İnsanlar okumayı sevmiyorlar. Maalesef en az okuyanlar da öğretmenlerimiz. Durum böyle olunca, takdir edersiniz ki bizim işletmemiz bir ticarî işletmedir, müşteri bulamayacağımız kitapları basıp yayımlamaya çalışırsak batarız.

     

    Ben fazla bir şey söylemek istemiyorum. Şunu rica edeceğim: Hepiniz, lütfen tanıdığınız, en yakınınızda bulunan öğretmenleri şöyle bir aklınızdan geçiriniz. Kaçta kaçı okuyor ve okuyorsa bile ne kadar okuyor, neler okuyor? Neler okuduğumuz da çok önemlidir. Cevaplarınızı benim bilmem gerekmez(!) İşten anlayan birileri incelesinler bakalım; değerli öğretmenlerimiz günlük hayatlarında kaç kelimeyle konuşuyorlar? Bırakınız tanımları, sistematikleri, analizleri, sentezleri, gelişmeleri, değişimleri; anlamları ne kadar biliyorlar? Kendilerini aşmak, kendilerini yenilemek adına neler yapıyorlar? Ben size söyleyeyim: Yıllık plânları bile ya başkalarından kopya çekiyorlar, ya daha önceki yıllarda hazırladıklarını, tarihlerini değiştirerek tekrar tekrar kullanıyorlar. Yeni öğretim yılında, geçen yıla, geçen yıllara göre hiç mi değiştirmek istediği bir şey yok bunların? Sınav soruları da aynı. Genel anlamda bir şablon belirlemiştir çoğu öğretmen, emekli oluncaya kadar emme basma tulumba gibi her yıl aynı şarkıyı söyleyip duruyordur. Aynı sorular, aynı planlar, aynı ödevler, aynı evrak... İnanır mısınız, yıldan yıla derse gireceği sınıfların değiştirilmesini bile istemiyor bazıları. Diyelim ki 10. Sınıflara girmiş geçen yıl. Aynı hazırlıkları tekrar kullanabilmek için bu yıl da ısrarla 10. Sınıf istiyor.

     

    İmamlar gibi! İmamlar da beş vakit görevdeler, sonra? Kendilerini yeniliyorlar, hıfz çalışıyorlar, kıraat çalışıyorlar, fıkıh çalışıyorlar!.. Çalışmakla da kalmayıp öğrendiklerini insanlara sunmanın yollarını arıyorlar!.. İşyerlerini, evleri, kahvehaneleri, kıraathaneleri dolaşıp oralarda insanlara irşad ve tebliğ hizmetleri sunuyorlar!.. Camiyi tertemiz tutuyor, süslüyor, sevimli hâle getirmek için çabalıyorlar!.. Namazlarda bile hep aynı ayetleri, aynı sureleri okuduklarından diğer ezberlerini belki de unutuyorlardır. “Esselâmu aleyküm verahmetullah”tan sonra eşlerinin üzerine açtıkları dükkânlara koşanlar, emlâkçılık yapanlar... Al imamı vur öğretmene, al öğretmeni vur imama. Zaten bu iki zümre olması gerektiği nitelikte olsa, toplum bambaşka ufuklara tayran edecektir. Ama maalesef.

     

    {{...Maarif demek, muallim demektir. Millî Eğitim Bakanlığı sadece onu düzenleyici bir cihazdan başka bir şey değildir....... Muallimi bu karakteriyle tanımayıp onun millet ruhunun yapıcısı olduğuna inanmayan bir zihniyet, muallimi basit bir memur kadrosu hâline koyar ve her tarafından çiçeklenecek kültür ağacını kökünden baltalar.

     

    Görülüyor ki muallim, bizim bütün ruh yapımızın sanatkârıdır. Böyle olunca da bizim bütün ruh yapımızdaki sakatlıkların hepsinden mesuldür. Eğer bir cemiyette ...... çocuklar birbirlerini yumrukluyor, her biri birer baba olan büyükler birbirlerinden rüşvet alıyorsa, inananların imanına inanmayanlar saldırıyor ve inananlar da birbirlerinden intikam alıyorlarsa, eğer fazilet tarih kitaplarında bir efsane diye okunuyor ve ancak en büyük lokmayı kazanmasını bilen insan yüceltiliyorsa, mazlûmların yanında onların gözyaşlarını kurulayan da bulunmadığı hâlde zâlimler alkıştan sağırlaşmış hale geliyorlarsa...

     

    Eğer zekâlar, sömürecek malikâne olarak, kalplerden başka saha bulamamışlarsa ve ilim, insanlığı bir insan hâlinde tutup kaldıracak yerde dostları birbirlerine düşman yapacak bir karakter kazanmışsa...

     

    Eğer çocuklar, büyüklerden daha kurnaz, yaşlılarsa çocuklardan daha ümitsiz bir hayatın kurbanı hâline gelmişlerse...

     

    Orada muallim vazifesini yapamamıştır. Orada muallim yok demektir. Ve o diyarda muallimlik iflâs etmiştir.}} Kabrin nurla dolsun Nurettin Topçu Hoca!

     

    BİR MEFKÛRESİ BULUNMAYAN, AKSİYON İNSANI OLMAYAN, KENDİNİ YENİLEMEYEN, KİTAP OKUMAYAN ÖĞRETMENE hayır.

     

    Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.

     

    R. Serdar Özmilli

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.