|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    {eğitim eğitim eğitim (2)} EĞİTİM KRİZİ

    Salgın hastalık nedeniyle, diğer her alanda olduğu gibi eğitim alanında da alışılmadık bir kriz süreci yaşamaktayız. Daha doğrusu, bir türlü sona erdirilemeyen eğitim krizimiz, yeni bir biçim, yeni bir derinlik kazanmıştır. Ana babalar, öğrenciler, eğitimciler, neyin ne olduğunu, neyin ne olacağını bilememektedirler. Ülkemizden yurt dışına kaçma aşkı bir salgın hastalık gibi, her gencin, özellikle de her öğrencinin kalbinde alev alev yanmaktadır. Yetkililerin eğitim sorunlarına sağlıklı yollar, çözümler bulduğunu söylemek ise mümkün değildir. Aslında, aradıkları dahi söylenemez.

     

    Esasen bizim, eğitimle ilgili en öncelikli iki sorunumuz: Eğitimin tanımını doğru yapamamak ve eğitimde doğru amaçlar belirleyememektir. Şayet kavram doğru tanımlanabilse, eğitim konusundaki ilk büyük zorluk aşılmış olacaktır. O takdirde, eğitim ile neyi amaçlamamız, neyin peşinde koşmamız gerektiği soruları da doğru biçimde cevaplarını bulacaktır. Ancak bundan sonra; eğitim yöntemleri, eğitim araçları, eğitimde ölçme-değerlendirme konularına sıra gelebilir. Ardından artık diğer hususları sıralamanız mümkündür: Eğitimci türleri, eğitimcilerin nitelikleri, eğitim mekânları, eğitimde zamanın bölümlenmesi, eğitim sonuçlarının analiz edilmesi, yeni projeler vb... Bütün bunların sırasıyla, sağlıklı bir biçimde gerçekleştirilememesi, kriz yaşanmasına neden oluyor tabiatıyla.

     

    Şu gerçekleri kimse inkâr edemez: On yıllardır, eğitici asla liyakatli değildir. Hele idealist hiç değildir. Eğitilen, ilgisiz, isteksiz, gayretsiz ve ruhsuzdur. Anne babalar, konuyla ilgili olarak bilmeleri ve istemeleri gerekenleri bilmemekte, bakırı altını ayırt edememekte; katkı sağlamak şöyle dursun, tekere çomak sokma yarışındadırlar. Devletin temsilcileri bazen gaflet bazen hıyanet içindedirler. Ekonomideki, hukuktaki, felsefedeki çarpıklıklar, eğitimin beline beline vurmaktadır. Bunlar böyleyken eğitimde uygulanan mevzuat ve yöntemler de yetersiz, işlevsiz, geçersizdir. Dostlar alışverişte görsün kabilinden ‘yerinde say’ oynanmaktadır. Eğitim fabrikasında, insan değil, (atalarımızın dediği gibi) bol bol eşek yetiştirilmektedir. “Tahsil cehaleti alır, eşeklik bâkî kalır.” Mecburen doktorlar, mühendisler, öğretmenler, hâkimler, valiler görevlendirilmektedir ama bunların birçoğu adam değildirler. “Oğlum, ben sana vali olamazsın demedim ki!..”

     

    Günümüzde, yaşam şekli, yaşamın koşulları ve tabi buna bağlı olarak da insanların formatları değişmiş, değiştirilmiş bulunmaktadır. Özellikle genç kuşaklar ve özellikle de öğrencilerin formatları çok değişmiş, doğruyu söylemek lâzım gelirse, bozulmuştur. İlgileri, ilgi alanları, bakış tarzları, zekâ ve yeteneklerini kullanmaları ve algı ayarları, dünkü alışılmış birimlerle, alışılmış kriterlerle, alışılmış kavramlarla ölçülüp değerlendirilebilecek durumda değildir. Her alanda, her konuda kolaycılık, beleşçilik insanları kıskıvrak yakalamıştır. Öğrencilerin elleri kalem tutmaz, gözleri iki satır yazıyı okumaz olmuştur. Ruhlar, bünyeler, sosyal hayat, sosyolojinin bütün konu başlıkları, büyük bir anarşi fırtınasına maruz kalmış ve bu arada eğitim tuş olmuştur.

     

    Eğitim yıllar yılı krizdedir. Kriz, eğitimin tanımını vurmuştur. Eğitimin amaçlarını vurmuştur. Eğiticileri vurmuştur. En çok da anne babaları ve öğrencileri vurmuştur. Öğrencilerde hakikat aşkı, sorumluluk duygusu, ilgi, dikkat, gayret gösterme gibi olmazsa olmazlar, sıfıra, hattâ eksilere düşmüştür. İstisnalar hariç tutulursa; ruhsuz, kalpsiz, vicdansız, ereksiz, bilgisiz, tam takır bir boş tenekeler gürûhu dünyamızı kaplamış bulunmaktadır. Tembelliğin, kolaycılığın hâlen öldüremediği yetenekler kalmışsa, onlar da şeytanlık yolunda kullanılmaktadır. (Örneğin, sayın hackerların kulakları çınlasın.) Bunların karşısında denenen bütün yöntemler olumsuz sonuçlar vermiş, hiçbir eğitim yönteminin inanılırlığı, güvenilirliği kalmamıştır. Öğretim de eksilerdedir, eğitim de. Ahlâk’ın tanımı, kapsamı, uygulaması değiştirilmiş ve sanki dün ahlâkın dışında kalan ne varsa bugün ahlâk kapsamının başköşesine oturtulmuştur. İlgili yetkililerse şaşkın tavuk gibi apışıp kalmışlar; doğrularla yanlışları birbirine karıştırmışlar, en azından gürültülerin önüne geçme, hırlayan kalabalıkları memnun etme telaşı içine düşmüşlerdir. Gerçekleri görenler ve bilenler ise doğru uygulamalar yapamamaktadırlar, çünkü onlar da sonunda linç edilme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

     

    Bu kepaze durum sadece okullarda değil, eğitimin söz konusu olduğu her yerde böyledir. Kışlada, er komutanını pür dikkat dinlememektedir. Söylediklerini anlamamaktadır ve emrettiklerini yapmamaktadır. Çünkü sorumluluk duygusu kaybolmuş, ilgi yitirilmiştir. Belki de tek istediği, elinde cep telefonu, ot gibi, taş gibi düşüncesiz bir şekilde yan gelip yatmaktır. Her türlü zahmetten nefret etmektedir... Çırak da ustasını dinlememektedir. Eli işte gözü oynaştadır. Onun için de düşünmek, kafa yormak, işkencelerin en büyüğüdür.  O yağın pasın içinde bile her kaçamakta cep telefonunu eline almaktadır... Memur âmirini, işçi patronunu, evlât ebeveynini dinlememektedir. İlgisizdir, kayıtsızdır, sorumsuzdur, ruhsuzdur. Cuma namazı için haftada bir gün yarım saatliğine camiye gelmiş pek çok dangalak, (o esnada her türlü başka şeyle meşguliyet haram olmasına rağmen) imam hutbe irad ederken cep telefonuyla oynamaktadır. Hutbede söylenenlerden tek bir kelime bile anlamamış, daha doğrusu onları duymamıştır. Ya koçum ya! cumaya, camiye neden geldin öyleyse? Kadın, elindeki cep telefonuna gömülmüş, kocasını dinlemiyorsa arkadaş; o koca, o karıyı eğitebilir mi? (Feministler vıdı vıdı yapacaklardır şimdi. Güleyim de yabana gitmesin bari.)

     

    İş işten geçmeden, ilgililer, yetkililer, gönüllüler, kafası çalışanlar ve toplumun derdiyle dertlenenler bir araya gelsinler ve ama akıllıca, insaflıca, cesurca, eğitim konusunu masaya yatırsınlar. Öncelikle eğitimin tanımını yeniden yazsınlar ve bunu bütün halka, herkese -gerekirse döve döve- öğretsinler. Ama öncesinde, Yaratıcı’yı, yaratılış gayemizi, hayatın anlamını da düşünerek temel felsefemizi ve eğitimin amaçlarını, ilkelerini belirlesinler. Bunu da yine başta câhil (ama çok bilmiş), ukâlâ, küstah, şirret ve muhteris ana babalar olmak üzere herkese ama herkese duyursunlar, öğretsinler. Sonra iyi bir eğitici nasıl olmalıdır, sorusunun cevabını arasın ve gereklerini araştırsınlar. Sonra öğrenci’nin portresini yeniden çizsinler, niteliklerini, hudutlarını belirlesinler. Sıra “eğitimde yöntemler” konusuna gelince lütfen bendenizi de çağırsınlar ve kendilerine diken gibi, çivi gibi batacak olsa da bu fakirin tekliflerini dinlesinler.

     

    Her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da tarihimiz, nice bilge insanlarla, nice güzel uygulama örnekleriyle doludur. Günümüzde de nice düşünce insanlarımızın konuyla ilgili harika değerlendirme ve teklifleri mevcuttur. Onları görmezden gelerek atılacak her adımın eksik ve yanlış olma ihtimali söz konusudur.

     

    İsterseniz, Necip Fazıl’dan (İdeolocya Örgüsü) birkaç satır aktarıvereyim:

     

    *İslâm inkılâbında mektep, dâvanın muhtaç olduğu yeni ve dayanak nesli yetiştirmeye mahsus bütün bir talim terbiye ve telkin ocağı olacak ve malûm umumî bilgi posalarını veren tarafsız bir müessese olmaktan çıkacaktır.

     

    *İslâm inkılâbının mektebinde talebe, annesi ve babasından ziyade hocasının malıdır ve alacağı bilgiden benimseyeceği ahlâktan bürüneceği tavır ve edâya kadar, her şeyi onun elinden alacaktır.

     

    *Vazifesi talebesine sadece umumî bilgiler vermekten ibaret olmayıp İslâm inkılâbının en girift insan ve cemiyet politikasının mümessili olan hocalar, ilk tahsil devresinde mimledikleri (belirledikleri) istidatları her türlü özürlerine rağmen devlet himayesinde yüksek tahsile ulaştırıcı yolları açmak hususunda vazifeli ve selâhiyetlidirler. Bu mevzuda hocaların vereceği istidat raporları, en hakîr çobanın oğlunu bir gün devlet reisi makamına kadar getirecek tahsil çilesini ona mecburi kılabilir.

     

    *Talebenin seçeceği ve ayrılacağı kolda da bütün karar hakkı kendisinin ve ailesinin keyfinden ibâret olmayacak; bu hususta başlıca söz yine onu yetiştiren müesseseye düşecektir.

     

    *Bilhassa yetiştirici (öğretmen) yetiştiren, yani muallimi talim eden mektep müessesesi, fikir, terbiye ve teşkilât bakımından görülmemiş bir derinlik ve incelik belirtecektir.

     

    Ve büyük düşünürümüz rahmetli Nurettin Topçu’dan (takdim-tehirli) küçük bir potpuriyle bitireyim:

     

    *Gerçek mektep, hakikat aşkının mâbedi gibidir… Hakikat karşısında duyulması istenen bu aşkın, bu ihtiraslı akımın temeli dinîdir, ilâhîdir. …yeni mektep, hakikat aşkının mâbedi olmadı.

     

    *…her milletin, kendine özel olan mektebi vardır ve millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar. Millî mektep, zihniyet ve örfleri ile, metodları ve müfredatı ile, terbiye prensipleri ve psikolojik temelleri ile, hattâ binasının yapı tarzı ile kendini başka milletlerinkinden ayırır. Bizde vaktiyle medrese millî mektepti. Lâkin…

     

    *Bugüne kadar İslâm’ın ve Kur’ân’ın felsefesi yapılmamış olduğu düşünülürse ne kadar gerilerde olduğumuz kolayca anlaşılacaktır……her şeyden evvel, hareket istikametini Kur’ân’dan alacak olan böyle bir sistemin esaslarını hazırlayacak felsefî görüşün doğması lâzımdır.

     

    *…asırlardan beri İslâm dünyasını uyutan sözde din adamları yerlerini, her şeyden evvel, hakikat ihtirasına sahip, fazilet mücahidi, cemaatin beynine ve kalbine girmiş idealist bir münevver zümreye terk etmedikçe millî mektebi kuracak ruh meydana gelmeyecektir. Ancak, cemiyeti her tarafından kavrayacak, ilimde, sanatta, iktisatta üstad, ahlâkta önder din adamları zümresi yetişerek cemaatin kalbine hakikat aşkının mukaddes tohumlarını serptikten sonra millî mektebin kapıları açılacaktır.

     

    *…zamanımızda âdeta millî mukaddesatının hizasına yükseltilen tekniğe bağlı değerler, en fazla kazanma gücü, millet kültürünü azar azar ortadan kaldırmaktadır. Bu hal yakın bir gelecekte milliyet ve kültür dâvasının mezarı başında ağlayacağımızı haber vermektedir.

     

    Günümüzde milliyet ve kültür dâvâmızın, dolayısıyla da eğitim dâvâmızın mezarı başında ağlar durumda değil miyiz? Birey ve toplum iyiye değil kötüye doğru gidiyor. Âcîlen ayaklarımızı yere basmamız, aklımızı başımıza almamız gerekmektedir. Ben öyle düşünüyorum. Vesselâm.

     

    R. Serdar Özmilli

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.