|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    {eğitim eğitim eğitim (7)} EĞİTİM VERMEK DE ALMAK DA GÖREVDİR

    Eğitim yolculuğuna “Ben neyim, kimim? Niçin varım? Hayat nedir?” sorularını sorarak ve doğru cevaplara ulaşarak, yani sağlam bir temel felsefeyle çıkarsak, ilk adımları sağlam atmış oluruz. Aynı zamanda, eğitimle ilgili, bana göre yanlış, hattâ biraz sapkın felsefelere cevap vermiş oluruz. Semavî Ferman’ın, her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da en önemli kılavuz olduğunu kabullenemeyenleri belki ikna etme şansını da buluruz. “Eğitim”i; devletin buyruklarına körü körüne boyun eğecek vatandaşlar yetiştirmeye, toplumun (özgürlüğü olmayan) robotlarını üretmeye yönelik uygulamalar zinciri şeklinde değerlendiren veya bireyin “istediğini öğrenme hakkı”, “istediğini istediği zaman öğrenme hakkı”, hattâ “öğrenmeme hakkı” gibi haklarının bulunduğunu sananların yaklaşımlarındaki çarpıklıklar da ortaya çıkmış olur böylece. Eğitim almak, bir hak olmaktan önce bir görevdir, sorumluluktur. Vermek de öyle.

     

    İnsanın en önemli özelliği; buluşları, bilgileri ve değerleri, eğitim yoluyla kişiden kişiye, kuşaktan kuşağa aktarabiliyor, deneyimleri kullanarak gelişebiliyor, ilerleyebiliyor olmasıdır.” demiş ve eklemiştim: “Bizi bu sonuca götüren sihirli kelime, (terbiye) eğitimdir.” Öyleyse toplum içinde yaşayan, toplumun bir parçası olan bireylerin hiçbiri, eğitimle ilgili sorumluluklarının bulunduğunu inkâra kalkışamaz. Ya bu deveyi gütmek ya da bu diyardan gitmek zorundayız. İnsanoğluna ait bu özellik, bizim hem daha iyiye, daha güzele ulaşmamızı hem de yanlışlık yapmaktan korunmamızı sağlar. Böylece birey olarak da toplum olarak da olgunluğu, rahatı, refahı, huzuru, mutluluğu elde etme şansını daha kolay yakalayabiliriz.

     

    “Eğitim”in iki ucu (iki temel unsuru) vardır: Eğiten ve Eğitilen. Eğitilmek de eğitmek de evet birer haktır ama önce birer görev oldukları asla unutulmamalıdır. Bunlardan eğiten’in (bazısı evrensel, bazısı özgün) çeşitli yöntemler kullanacağı açıkça ortadadır. Bu uçlardan ikisinde de hayvanların bulunabileceğini, yani hayvanların birbirlerini eğittiklerini düşünemeyiz. Hayvanların bütün davranışlarına sevk-i İlâhî denilebilir olsa olsa. Bir uçta insan, diğer uçta hayvan olabilir mi, daha doğrusu buna eğitim denir mi? “Hayvan terbiyesi” diyorlar galiba. “Hayvan talimi” denilse daha doğru olur belki de. “Beden eğitimi”, “beden terbiyesi” … eğitim-öğretim, talim-terbiye… kullanılan kelimeler kafaları karıştırıyor biraz. Her neyse, sonuçta eğitimin iki ucundan birincisinde mutlaka “insan” yer almaktadır. Diğer uçta ise başka bir insan veya bir insan topluluğu, belki de hayvan bulunabilir. Bir insanın kendi kendini eğitip eğitemeyeceğini de özel olarak düşünmek gerekir.

     

    Bunu yalnızca bizim insanımız için değil bütün insanlık âlemi için söylüyorum: Bugün eğitimde sınıfta kalındığı, bir gerçektir! Batı’da eğitim sorunu yaşanmadığını sanmayınız; gelişmiş toplumlarda da geri toplumlarda da eğitim adına çok büyük yanlışlıklar yapılmaktadır. Önce tanımlar yanlış yapılmaktadır: Eğitim, eğitici, eğitilen, amaçlar, ilkeler, yöntemler... Genel anlamda bugün insanların tasarladıkları ve uyguladıkları eğitim felsefeleri yanlıştır. Çağdaş teknolojik gelişmeler, diğer pek çok sosyolojik konuyla olduğu gibi eğitimle de bağdaştırılamamakta, sağlıklı bir senkronizasyon sağlanamamaktadır. Buna bağlı olarak da insan insanlığını yitirmiş, insanca yaşam büyük ölçüde yitirilmiştir. Demek ki âcilen, eğitilenlerin doğru bilinçlendirilmelerine, eğitenlerin de doğru yetiştirilmelerine ihtiyaç vardır. Bu noktada aydınlarımıza, felsefecilerimize, sosyologlarımıza, pedagoglarımıza ve (kendi çıkarlarından başka bir gaileleri bulunmayan) siyasetçilerimize büyük sorumluluklar düşmektedir.

     

    Günümüzde eğitim konusundaki önemli risklerden biri İnternet’tir. Yemek tarifleri araştırırken, hava ve yol durumlarını öğrenirken, okul derslerine yardımcı ararken, döviz kurlarını merak ettiğimizde Hazret-i GOOGLE Efendi’nin kapısını çalmak başımıza büyük belâlar açmaz elbette. Ama eğitimin felsefesini, tanımlarını, türlerini, amaçlarını, ilkelerini, metotlarını ona sormak, canımızı yakabilir. Bilgi kirliliği, bizim safdilliğimizle el ele tutuştu mu telâfisi mümkün olmayan handikaplar yaşanabilir. En azından, ata et, ite ot vermeye kalkışılabilir. Bütün dünyada bunlar yapılıyor da zaten. Dünya hakkında hükümler veremeyiz belki ama kendi toplumumuzun uçuruma yuvarlanmasına göz yummamalıyız. Fransız şapkasının Rus’a, İngiliz şapkasının Perulu’ya, Fas şapkasının Japon’a, İtalyan şapkasının Türk’e uygun gelmeyeceği de unutulmamalıdır. Kendi eğitim felsefemizi kendimiz üretmeliyiz. Her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da mutlak kaynak, mutlak ölçü bulunmalıdır. Amaçlar, ilkeler, yöntemler hep bu doğru ve mutlak kaynaktan hizaya sokulmalıdır. Aynı şey değil ama anlaşılsın diye söyleyeyim; bütün yasaların anayasaya uygun hazırlanma gerekliliği gibi bir olgu. Bakınız, Rahmetli Nurettin Topçu, on yıllar önce hangi tespitlerde bulunmuş:

     

    Gencimizin ruhu sarsıntı halindedir. Gençler, spor, siyaset ve kazançtan ibaret üçüzlü hayat maddeciliğine daha beşikten başlayarak meftun yetiştirilmektedirler. Bu üçüzlü belâ, onların ruhunda güneş ve tabiat, aşk ve miraç yaşatmayarak, varlığını, maddenin altında ezilmiş bir iskelet halinde beşikten mezara kadar takip ediyor ve bir çelenkle sarıp toprağa teslim ediyor…” “Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların sebebi ve kaynağı, kültür ve maarif sahasında aranmalıdır.

     

    Evet, eğitim’in bir ucunda eğitilenler, diğer ucunda eğitenler bulunmaktadır ama bunların yanı sıra çok önemli daha başka bileşenleri de vardır. Bunların tamamına “eğitimde üçüncü unsur” denilse yanlış olmaz. Devlet, akademi, hukuk, ekonomi, medya, sanat, inanç... Eğitim bir iştir, bir süreçtir. Gerçekleşmesi için bir ortam gerekir. Ev, okul, ibadethane, asker ocağı, tutuk evi, sanayi sitesinde bir ustanın atölyesi, sokak, mahalle, köy, ilçe… bunların her birisi eğitim için birer ortamdır. Eğitimde ortamın oldukça büyük bir rol oynadığını hepimiz biliyoruz. Ve tabi velilerin, yani anne babaların rolü... Ama kendileri de aslî birer eğitici sorumluluğu taşıyan anne babaların çoğu, maalesef câhildirler ve gaflet içindedirler. Genellikle yanlış tutum ve davranışlar sergilemektedirler. Felsefeleri yanlış, amaçları yanlış, yöntemleri yanlış ve beklentileri yanlıştır çoğunun. Evet evet, onlar çocuklarının adam olmasını değil, vali olmasını arzuluyorlar yalnızca. Üstelik işin kader boyutunu hiç hesaba katmıyorlar. Bilinçli olanlar hariç.

     

    Öyleyse, eğitime, çocuklarımızdan önce kendimizden başlamamız gerekmektedir. Zaten aslında eğitim süreci, beşikten mezara kadar kesintisiz devam eden bir süreçtir. Eğitim felsefeleri, eğitim politikaları bu anlayışla bina edilmedikleri takdirde aslâ işlevsel olamazlar. Bizde resmî programlar içinde, örneğin “ana-baba okulu” gibi uygulamalar, konuyla ilgili konferans ve seminerler, çeşitli yayınlar yok değildir elbette. Fakat oralarda da “doğrular”ın sunulup sunulmadığının tartışılması gerekir, diye düşünüyorum. Çünkü çoğu kez, kaş yapayım derken göz çıkarıldığını gözlemlemekteyim. Bizim öncelikle temel felsefemiz yanlış olunca, buna bağlı çalışmalarda da yanlışlar yapılması kaçınılmazdır.

     

    Toparlayayım: Eğitim’de eğitilen ve eğiten olmak üzere temel iki unsur ve bu ikisinin dışındaki diğer etkenlerin oluşturduğu bir de üçüncü unsur bulunmaktadır. Üç dişli ile çalışan bir makinanın bu dişlilerinden hiçbirinin diğerlerinden daha önemsiz olduğu düşünülemez. Üçünün de sıhhatli çalışıyor olması gerekir ki makinamız verimli çalışabilsin. İleriki yazılarımda bu üç unsuru ayrı ayrı, teker teker ele almam gerektiğini düşünüyorum. Vesselâm.

     

    Son olarak, konuyla ilgili birkaç elmas ve pırlanta verip yazımı noktalayayım:

     

    Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfât ise Allah’ın yanındadır. (Kur’an-ı Kerim 64 / 15)

    Bir kimse, çocuklarını Cehennem’in ebedî ateşinde yanmaya bırakıyorsa, güneşin sıcaklığından korumasında hiçbir hikmet yoktur. (Siret Ansiklopedisi, cilt: 2, s: 213)

    Çocuğun ana-babası üzerindeki hakkı, ona iyi bir eğitim ve iyi bir isim vermesidir.(Beyhâkî)

    Hiçbir ana-baba evlâdına iyi bir eğitimden, iyi bir ahlâktan daha değerli miras bırakamaz. (Taberânî)

    De ki: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zümer: 9)

    De ki: “Rabbim ilmimi arttır!”(Tâhâ: 114)

    Yaratan Rabbinin adıyla oku. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti. (Alâk: 1,3,4,5)

    Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan gereğince korkar. (Fâtır: 28)

    Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. (Nisa: 113)

    Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onların yanından (hiç düşünmeden) yüz çevirerek geçerler. (Yusuf: 105)

    • Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.
    • İlim öğrenmek kadın, erkek herkese farzdır.
    • İlim Çin'de bile olsa gidiniz.
    • Her şeyin bir yolu var. Cennetin yolu ilimdir.
    • Âlimin uykusu câhilin -nafile- ibadetinden hayırlıdır.
    • Mahşer günü âlimin mürekkebi, şehidin kanından daha kıymetlidir.
    • Âlimlere tâbî olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.
    • Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.
    • Âlimler olmasaydı, insanlar helâk olurdu.
    • Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir.
    • Muhakkak ki alimler, peygamberlerin mirasçılarıdır.
    • Bilmediklerinizi salih[âlim]lerden sorup öğrenin!
    • İlmin esirgenmesi helâl olmaz.
    • İlmi öğrenip de başkalarına dağıtıp nakil etmeyen insan, altınları gömüp onu sarf etmeyen, ondan yedirip içirmeyen kimseye benzer.
    • Ya öğreten ya öğrenen ya dinleyen ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma; (bunların dışında kalırsan) helâk olursun.



    R. Serdar ÖZMİLLİ

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.