Her şey her zaman olduğu gibi yolunda gidiyordu. Herkes işinde gücünde, yolunda, yolunca gidiyordu. Kimsenin kimseye bir zararı da yoktu. Birinin işini yapmasına diğerinin engellemesi de söz konusu değildi. Kısacası her dere, her ırmak kendi mecrasında akıp gidiyordu.
Günler, günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalayıp durdu. Hayatın akışı birinden birine yeknesaklık mı geldi, birinin bir aksiyona mı ihtiyacı oldu; bilinmez, bazı şeyler ters gitmeye başladı. Aslında biri diğeriyle âdeta ayrılmaz bir bütündü ve ikisinin de beslendiği kaynak aynıydı, dahası beslendikleri kaynakla aralarında bir problem de yoktu. Zaten ikisi de birbirini tamamlasınlar diye muhteşem bir şekilde tasarlanmıştı.
Birlikte yola çıkışlarının üzerinden yarım asrı aşkın bir zaman geçmişti. Aralarından su sızmazdı ama içlerinden kendilerine has sıvıları üçüncü kişilere, yerlere göndermekte alicenap davranırdı. Hiçbir talebe olumsuz cevap verdiği görülmüş değildi, o derece vazifesine sadık ve hakkaniyetliydi. Hatta diyebiliriz ki sistem, onun bu gönderdiği yardımlar sayesinde sıkıntısız ve kesintisiz bir şekilde işliyordu.
Hava sıcak mı sıcaktı; yazın yazlığını, sıcağın sıcaklığını oldukça yoğun bir şekilde hissettirdiği bir günün akşamıydı. Akşam dediysem artık zamanın geceye selam durduğu bir vakitti demem daha doğru olurdu. Birlikte yol aldıkları, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bünyede birtakım rahatsızlıklar belirmeye başladı. Bütün işleyiş elemanlarının yer aldığı hangar gibi bir yer olan bölgeden arızanın göstergesi birtakım sinyaller gelmeye başladı. Bu sinyallerin en bariz olan yönü, hangar bölgesinde kasıntı, katılık ve dayanılmaz sancı, genel bölgede terleme; bunların toplamından duyulan huzursuzluk ve rahatsızlık!..
Beden gece dinlenmeden, gözler rahat bir kapanma imkânı bulmadan, vücudun da bir dinlenme, kendine gelme imkânı oluşmadan edilen sabahın gündüzünde, ters giden şeylerin ne olduğunu, olabileceğini belirlemek ve ona göre tedavi ve tedbirler almak için dahiliye doktoruna başvuruldu. Birtakım tahliller, çekimler istendiyse de o bölgede teknik bir arızanın olması sebebiyle şikâyet edilen hususun ortaya çıkarılması için benzeri başka bir bölgenin acil doktoruna görünmemizin tavsiye edilmesi üzerine, o tavsiye doğrultusunda hareket edilerek acilden giriş yapıldı. Burada da gerekli analizler, MR’lar ve filmler çekildi. Verilen serumlar damar yoluyla alındı.
Acil bölümün doktoru ile genel cerrahi doktoru aralarında görüşmüşler, bünyenin içindeki karaciğer üzerinde kendisi küçük ama görevi büyük olan “safra”nın emlak işine girmiş gibi taş topladığı -ev mi kuracaktı acaba?, bünyede bu taşlarla görevini sürdürmesinin mümkün olmadığı bilindiğinden, taşlı safra kesesinin alınması gerekmiş.
Bizi genel cerrahi katına yönlendirdiler, hemen bölüme kaydedip bizi ekmeksiz, susuz beklemeye alacaklardı, ertesi günkü ameliyat için. Gün boyu koşturmaca nedeniyle zaten hem açtım hem de susuzdum. “Yarın gelsem olmaz mı?” dedim. Görevli hemşire, Nuh diyor peygamber demiyor ve benim bu talebime hep olumsuz cevap veriyordu. En sonunda, “Bu tedaviyi kabul etmiyorum deyip şu evrakı imzalarsanız, gider başka bir zaman gelip benzer tedaviyi alabilirsiniz.” Dedi. Onun bu tavsiyesi bize makul geldi; evrakı imzaladım ve geri acile döndüm. Orada da benzeri bir evrakı imzaladım, eve geldim.
Gel zaman git zaman, aradan bir ayı aşkın bir süre geçti. Sistemsel sıkıntılar, ağrılar ve sancılar yine başladı. Yine tahliller ve film çekimi işlemleri yapıldı; önceki çekimde 5mm altında görülen birkaç tane taş âdeta birleşip birlik olmuşçasına bu kez 12 mm büyüklüğünde, safranın tamamına yakını kaplayacak biçimde bir taşın varlığı rapor edilmişti. İlk tahlil ve film çekiminden bir hafta sonra gittiğim genel cerrahi uzmanı birkaç ilaç vermiş, akabinde bir yıl içerisinde safra kesesini aldırmam gerektiğini belirtmişti. Bu kez de ilaçlarımı aldım ve iyileşme sürecine girdim, zahiren iyileştim.
Aradan yine bir buçuk ay kadar geçti geçmedi, aralık ayının başında ve pazar günü gecenin başlangıç sularında karın bölgemde gerginlik ve katılık, beraberinde dayanılmaz sancı ve terleme; yürüyorum, yatıyorum, farklı yön ve yanlarda yatmaya çalışıyorum, bir türlü olmuyor. Ben ilk etapta, gündüzden, akşamdan biraz hamur işi yemiş olduğum için bu sıkıntıları hazımsızlık diye düşünüyordum. O gece iki saat ya uyudum veya uyumadım. Ertesi gün, teyze oğlunun inşaatına yardım için geleceğime söz vermiştim. Sözden caymak olmazdı, hareket etmenin rahatlamama vesile olacağını da düşünerek işe gittim. En başında durumu açıkladım; o şekilde işe devam ettim. O gün MHRS’den, doktor arkadaşımın tavsiye ettiği doktorlardan randevu tarihi en yakın güne çıkandan randevu aldım.
Randevu tarihinde genel cerrahi polikliniğinde doktorla görüşürken “Böyleyken böyle, ben safra kesesi ameliyatı olmak istiyorum!” dedim. Doktor Bey de hemen kan tahlili, röntgen ve EGK işlemlerini yaptırmamı söyleyerek “Bunları yaptır, perşembe sabah dokuzda gel!” dedi. Denilenleri yaptım, perşembe günü polikliniğe vardım. Doktor Bey, beni anestezi doktoruna gönderdi. Hemen gittim, orada, Anestezi Uzmanı Doktor Hanım daha önceden ameliyat olup olmadığımı, oldumsa uyanma problemi yaşayıp yaşamadığımı, ilaçlara alerjimin, şeker, tansiyon vb. rahatsızlıklarımın olup olmadığını içeren birtakım sorular sordu. Gerekli cevapları verdim ve EKG Test sonucunu gösterdim. Her şeyin normal olduğunu belirten notları bendeki evraka işledi. Ben onu aldım, hemen geri genel cerrah doktoruma götürdüm. Doktor Bey esprili olarak “Sınıfı geçmişsin!” dedi. Bu, ameliyat olabileceğim anlamına geliyordu. Hemen hastaneye yatış işlemlerimi yaptırmamı ve akabinde de pazartesiye kadar izinli olduğumu söyledi. Genel Cerrahi servisine çıktım, kaydımı yaptırdım. Bana, “pazartesi sabah yedi kırk beş gibi serviste olmamı, akşam 00.00’dan itibaren yemek içmeyi kesmem gerektiğini” söylediler.
Aralık ayının ikinci pazartesi günü belirtilen yer ve saatte, Genel Cerrahi servisine kızımla birlikte geldik. Bir saat sonra çağrıldım, işlemlerim yapıldı, bileğime hasta bilekliğim takıldı. Verilen ameliyat elbisesini odamda giydikten sonra sedye ile ameliyathaneye götürüldüm. Orada ameliyata hazırlanmam sırasında hemşirelerin kimisi damar yolu takıyor, kimisi serumları hazırlıyor, kimisi burnuma hava üfleyiciyi takıyor. Hepsi ayrı ayrı olarak işlemlerini yaparken tansiyon, şeker rahatsızlığımın olup olmadığını, herhangi bir ilaca alerjimin olup olmadığı sordular. En sonunda ameliyat masasına alındım; ameliyat sırasında gayriihtiyari hareket etmemem için ellerimi masaya, dokuma bir kemerle kelepçelediler. Espri olsun diye “Beni buraya kelepçeliyorsunuz!” dedim, onlar işlerine yoğunlaşmışlardı. Ben kendi kendime “Şimdi uyuyacağım, bir daha uyanmak ya var veya yok!” diye düşünmemle birlikte duygusal bir hâle büründüm; gözümden birkaç damla yaş döküldü. Bunu kimsenin gördüğünü sanmıyorum. Rabbime dualar ettim.
Uyandığımda kendimi hastanedeki odamda buldum. O günüm, ara ara uyuyup uyanmalarla geçti. Arada bir kızımla koridora çıkıp yavaş yavaş yürüyordum. Kapalı ameliyat olmuş olsam da “postu deldirmiştik” nihayetinde; rahat rahat yürümeye imkân yoktu.
Ameliyat olacağımı ferden ferda bazı arkadaşlarıma, dostlarıma söylemiştim ama sosyal medyada paylaşmamıştım. İkinci günü sabah WhatsApp “durum”a ve Facebook sayfama şöyle bir metin koydum:
“Ameliyat lügatlerde bir kelime, bedenlerde bir işlem.
Haydi bakalım, güle güle git, bedenimden safra/Serilsin üzerimize sağlık sıhhatten bir sofra!..”
Serumdu, pansumandı, yürümeydi… derken üçüncü günün sabahında doktorum günlük rutin ziyaret ve kontrolü sonrasında eve taburcu edileceğimi söyledi. İşlemler yapıldı, yine kızımla birlikte bir öğretmen arkadaşımızın arabasıyla eve geldik. Arkadaşım Ramazan Bey’e çok teşekkür ederiz!..
Yaklaşık on gün sonra genel kontrol için doktoruma, polikliniğe geldim. Dikişler alındı, her şeyin normal olduğunu söyledi doktorum. Yiyip içmem vb. başkaca hususlarla ilgili olarak sorduğum soruya “Her şey serbest!” diyerek esprili bir şekilde cevapladı. Şimdilik, ağrılarım yok denecek derecede azaldı. Ağrı sızı olmasa da artık safra kesesinden mahrum olduğum için -evet, safranın tafrasını çekmeyeceğim belki ama- hayat asla eskisi gibi olamayacak. Yiyip içme konusunda birtakım kısıtlarla yoluma devam edeceğim artık. Bu bağlamda, divan şairi Muhibbi’nin (Kanuni Sultan Süleyman) herkesin dilinden asla düşürmediği o beyit, dilimde dolanıyor:
“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi!”
Sağlıklı, mutlu ve huzurlu yıllar dilerim!..














