|   | 
  • Gökhan Bozkuş

    Serçeler Gibi Susmadan

     

    Mavi bir kapı önünde durdu genç adam. Uzun uzun, neredeyse dua eder gibi baktı kapıya.
    İkinci Dünya Savaşı'nın izlerini hâlâ taşıyan yorgun başkentin, göçmen naralarıyla dolup taşan bir sokağında; duvarları çatlamış, ama kapısı hâlâ umutla boyanmış bir evin önündeydi.

    Mavi, gökyüzü demekti. Mavi, serin bir sabır. Mavi, içinden çıkmak isteyen duygulara bir gömlekti belki de.

    Arkadaşı hafifçe dokundu omzuna. Rüyadan uyanır gibi silkindikten sonra, mırıldandı:
    “Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
    Taşınacak suyu göster, kırılacak odunu...”

    Bir İsmet Özel mısrasıyla konuşmaya başladı kalbi. İçinde çoktandır susturulmuş bir dua vardı.

    O mavi kapının ardında bir film canlandı zihninde.
    Suskun bir adam vardı o filmde.
    Adı Karim’di.
    Konuşmazdı çok. Ama yürüyüşüyle yazardı kaderini.
    Bir adam, dünyayı yerinden oynatmaz belki ama insanı yerle bir eden o bakışı taşıyordu gözlerinde.

    Bir devekuşunun kaçışıyla başladı onun hikâyesi.
    Ama asıl kaçan, eski hayatıydı.
    Ve o, kalmakta direndi.
    Yokuş yukarı bir motosiklet gibi, yük dolu ama azimli bir hayat sürdü.
    Sırtına değil, kalbine taşıdı geçim derdini.
    Her taşıma, kendi içinden geçen bir sınavdı.

    Şehir, kirliydi.
    Gürültülüydü.
    Ama Karim’in suskunluğu, o kalabalığın içinde gür bir nehre dönüşüyordu.
    Çünkü onun direnişi; bağırarak değil, dimdik durarak büyüyordu.
    Motosikletin arkasına yüklediği her eşya, sadece mal değil; geçmişinin, geleceğe taşıdığı dualardı.
    Her paket bir özür, her teslimat bir af dileyerek yapılmış gibi.

    Yoksulluk, cebindeydi.
    Namus, omuzundaydı.
    Kaygı, alnındaki terdi.
    Ama en çok da babalık; o, göğsüne gömdüğü suskun bir ağırlıktı.

    Ve ne zaman kalbine bir yabancı hükmetmeye kalksa,
    bir köy evinin duvarlarında, titrek ama kararlı bir şarkı yükselirdi:
    “İnsan kalmanın onurunu unutma.”

    Karim, dürüstlüğü modası geçmiş bir ceket gibi giyiyordu.
    Rengi soluktu belki ama kumaşı sağlamdı.
    Şehir onu başka biri yapmaya çalıştı.
    Paraya, hileye, aceleye itmeye çalıştı.
    Ama o, her defasında düşse de kendi hâline döndü yeniden.

    Kızının kulağı sessizdi belki,
    ama onun yüreği hep doluydu babasının sevgisiyle.
    Çünkü sevgi, bazen sesle değil, davranışla anlatılır.
    Gecikmiş bir gülümsemeyle, başı okşayan bir elle,
    ya da sadece eve dönmekle.

    Direniş büyük sözlerde değil;
    her sabah, yeniden, umutla uyanmakta gizliydi.
    Yenilmemek, haykırmakla değil;
    bazen sadece susup yola devam etmekle mümkündü.

    Karim’in sesi, genç adamın içinde serçelerin şarkısı gibi kaldı.
    Hafifti, kırılgandı, ama asla vazgeçmezdi.

    Çünkü bazı adamlar dünyayı değiştirmez,
    ama dünyada insan kalmanın ne demek olduğunu
    sessizce, ama sonsuza kadar hatırlatırlar.

    Tıpkı bir yerde Neşet Ertaş’ın çaldığı "Yolcu" türküsünde olduğu gibi...
    İnsanlar oyuna kalkmıştı ama o, sazının tellerinden gelen sessiz ağıtla eğilerek konuştu:

    “Bu oyun havası değil ya…
    Düğüne gelen oynar,
    aklı yetenler sırrı anlar.
    Aklı yetmeyenin de kusuruna bakılmaz, efendim.”

    Karim’in hayatı da işte o türkü gibiydi.
    Görünüşte sade bir yolculuk,
    ama özünde derin bir sır, ağır bir hakikatti.
    Aklı yetene bir öğüt,
    yetmeyene bir suskunluktu.

    Ve şimdi mavi bir kapı önünde duran genç adam,
    o sesi, o yürüyüşü, o türküyü hatırlayarak
    yavaşça yürümeye başladı Berlin sokaklarında.

    Bir adım atarak değil,
    bir yürek taşıyarak yol alıyordu artık…

     

    Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

    taşınacak suyu göster, kırılacak odunu

    kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

    bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelâlemin

    tütmesi gereken ocak nerde?”

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.