|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    ŞİİR ÜZERİNE BAZI MÜLÂHAZALAR (BİR)

    EDEBİYAT DERSİ ÖĞRETMENLERİ CEHENNEME GİTMEKTEN ÇOK KORKSUNLAR

     

    Edebiyat dersi öğretmenleri, Cehennem’e girme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. 35 yıl mesleği yapmış bir Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Öğretmeni olarak ben söylüyorum bunu. İtirazı olan varsa, gelsin yanıma! Ve ekliyorum:

     

    Muharrirlerin (nâsirler ve şâirler) de çoğu Cehennem’liktir!Asıl Cehennem’lik olanlar onlardır zaten.

     

    Yahu, işinin hakkını vermeyen, mesleğini doğru düzgün yapmayan her meslek erbâbı Cehennem’lik değil midir?” demeyesiniz hâ! Ben, konunun o yönüyle ilgilenmiyorum şimdi. Öğretmenliğin gereklerini yerine getiren, mesleğinin hakkını veren edebiyat öğretmenlerinin de birçoğu Cehennem’le tanışacaktır, iddiasında bulunuyorum. Bu tehlike, edebiyat dersi öğretmeni olmanın doğasından ileri gelmektedir. Çünkü “edebiyat”ın kendisi, Cehennem’e çok yakın bir hânede oturmaktadır. Hele nazım, yani şiir, Cehennem kapısının hemen dibinde ikamet etmektedir. Türküleri ve şarkıları da şiir çatısı altında düşünmemiz gerekir tabi, değil mi?

     

    Fakat şunu derseniz, katılırım size: “Heykeltraşlar, ressamlar, müzisyenler, Cehennem’e pek mi uzaktadırlar yani!” Elbette haklısınız. Hattâ mîmârlar için de benzer bir risk kısmen mevzubahistir. Yani “güzel sanatlar” diye adlandırdığımız ancak kötülükten, çirkinlikten başka pek az şey üreten tarla, bütünüyle Cehennem’e komşudur. Ancak dedim ya, benim şimdi konum bu değil. Ben, edebiyat öğretmenlerinin sorumluluklarından ve karşı karşıya bulundukları riskten söz etmekteyim.

     

    Allah af eder mi bilmem; bendeniz de bana emaneten verilmiş genç dimağlara, yıllarca pek çok çamuru, çiyfeyi, kazurâtı, bal, şerbet diye anlatmak durumunda kaldım. Karayı ak diye, çirkini güzel diye gösterdim. Hayâli, yalanı, gerçek diye öğrettim. En ahlâk dışı, en insanlık dışı ilişkilerin ördüğü Aşk-ı Memnu’ gibi, Yaprak Dökümü gibi, Kuyucaklı Yusuf gibi, Güzel Dost (Bel-Ami)gibi öyküleri kutsal bir romantizm yaklaşımıyla okuttum. Adına sanat dedim. Roman dedim, öykü dedim, tiyatro dedim. Zaman zaman şirretliğin, küstahlığın, namussuzluğun, şehvetin, şiir vasıtasıyla aşılanmasına aracı oldum. Ruhları yozlaştıracak, hantallaştıracak ve isyan kokan, şirk kokan mısralarda huzur, mutluluk rayihaları arattım öğrencilere. Bulamayanları da başarısız saydım, kırık notlar verdim.Ben şimdi burada, ders olarak okuttuğum ama beyinleri iğfal ettiğinden emin bulunduğum romanların, öykülerin, şiirlerin; yazarların, şâirlerin isimlerini sıralayarak başımı derde sokmak istemem. Fakat edebiyat dersi öğretmenlerini tekrar uyarmak istiyorum:

     

    İşiniz, branşınız, omuzlarınıza çok büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Gerçek doğruyu, gerçek iyiyi, gerçek güzeli, diğerlerinden mutlaka ayrı tutun. Çamuru, kazurâtı anlatırken, muhataplarınıza, en azından doğru gözlükler takmayı da öğretin. Ellerine de eldiven taksınlar. Mevzuât gereği, müfredât gereği üzerinde çalıştığınız malzeme, (istisnaları saklı tutmak kaydıyla) pistir, necistir, ufûnetlidir. Söz konusu ettiğim bu necâset ve ufûnet hakkında talebelerinizi uyarmazsanız, ders diye okuttuğunuz o malzemenin müellifleriyle birlikte Cehennem’e yuvarlanırsınız.

     

    Güzel sanatlar konusuyla ilgili Müslümanca bazı mülâhazalara yer yer değinmek niyetindeyim. Edebiyat hakkında bildiğim, öğrendiğim bazı değerlendirmelerden de söz edeceğim. Fakat bu yazı serisinde benim asıl nazara vermek istediğim konu, şiir’dir.

     

    Müslüman her edebiyat öğretmeni, mesleğini icrâya başlamadan önce, İslâmiyet’in şiire nasıl baktığını incelemeli, öğrenmelidir.Mâlumdur ki Kur’an’da bu konuya yer verilmiştir, hattâ Şuarâ isimli özel bir sûre de bulunmaktadır. 1500 yıldır işin uzmanı âlimler tarafından da konu masaya yatırılmıştır. Doğru şiir örnekleri de kolayca bulunabilir. Yesevî gibi, Yunus gibi, Âkif gibi pek çok şâir, şiir yoluna ışık tutmaktadır. Yani konunun İslâm’casını araştırıp öğrenmek mümkündür. Her öğretmen, işleyeceği şiirleri ele alırken bu değerlendirmeleri, bu ölçüleri hesaba katmalıdır. Aksi takdirde sorumlu olacaktır. Şimdilik Âkif’in bir şiiriyle bir açılış yapalım:

     

    AĞLARIM AĞLATAMAM

     

    Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
    Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:
    Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
    Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
    Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
    Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
    Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
    Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
    Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
    Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.
    Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
    İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
    Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
    Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.

     

    Şiirdeki bazı kelimelere yabancı bırakıldığımız için biraz yardımcı olacağım:

    {“Sevgili okuyucu, şiirlerimin niteliğini, şiir yazarken nasıl bir yol izlediğimi bana sor sana söyleyeyim.”  “Sözlerimin biricik temel özelliği samimi, içten oluşudur. Çünkü ben, san’atı kuru kuru san’at olsun diye yapanlardan biri değilim. (Örneğin, amacım spor yaptırmaksa, bunun edepli kıyafetlerle yapılabileceğini düşünürüm. Spor adı altında genç kızları avuç içi büyüklüğündeki şortlar giydirerek sahaya çıkarmam, spordan ziyade onların çıplak vücutlarını teşhire çalışmam.) Tumturaklı, cilâlı, boyalı sözler söylemek amacında değilim ve bunu bilmem de.” “Şiir için ‘gözyaşı’ deniliyormuş, bilemem. Ama şunu ifade edebilirim; benim bütün şiirlerim, bir bakıma kendi âcizliğimin gözyaşlarıdır. Evet kalbimdeki duyguları kelimelerle ifade etmede âciz kaldığımdan dolayı sizleri ağlatamam fakat bunun yerine kendim ağlarım.” “Ben mısralarımda yalnızca yüreğimdeki bu samimi duygularımı yazdım. Şayet aradığın şey buysa şiirlerimi okuyabilirsin.” “Hayır, sen bir takım hayâlî ve süslü (malâyanî) şeylerin peşindeysen, bunu benim şiirlerimde bulamazsın. Çünkü ben ancak gördüklerimi, gerçekleri dile getiririm.” “Çünkü şiirde ilkem şudur: SÖZÜM VARSIN ODUN GİBİ (san’atsız, tumturaksız) OLSUN AMA YETER Kİ HAKİKAT OLSUN.”}

     

    Müslüman bir şâirin şiir hakkındaki görüşü böyledir, böyle olmalıdır. Dolayısıyla bir Müslüman, genel anlamıyla san’at konusunda da bu ilkeyi benimsemelidir. Konuyla ilgili âyetleri de bu görüşe eklersek, şiirin bizcesini tanımlamış oluruz. Müslüman bir edebiyat öğretmeni, bir şiiri incelerken bu gözlüğü takmalı, bu kriterleri hesaba katmadan şiir değerlendirmelerine, şiir analizlerine girişmemelidir.

     

    Konuyla ilgili olarak söylenecek, benim söylemek istediğim daha başka şeyler de var. Ancak sizleri sıkmamak için onları sonraki yazılarıma bırakıyorum. Benim, yani R. Serdar Özmilli’nin bir şiiriyle noktalıyorum:

     

    ŞİİR’E ŞİİR

     

    Sonsuzluk kilidini açan çilingir,

    Bulaşmasın sana ne günah ne de kir.

    Bulutlara rağmen güneş gibi parla,

    Seninle kavuşalım dosta ey şiir.

     

    Mısralarında gülşene döner çöller.

    Vezninle bülbül kesilir tutuk diller.

    Gözlerimizden akarken coşkun seller,

    Ağıtlarımıza ilişme ey şiir.

     

    Bazen gözyaşı bazen oluk oluk kan,

    Kutsal bir beyan ol gönüllere akan.

    İsyan karanlığı ruhu boğduğu an,

    Bize muştu getir Mevlâ’dan ey şiir.

     

    İlâhî sırla insanları uyandır.

    Doğruyu göster, kötülükten sakındır.

    Bu uzun gecelerin fecri yakındır,

    Kafiyeni ışığa uydur ey şiir.   (R. Serdar Özmilli)

     

    VESSELÂM.

     

     

    R. Serdar Özmilli

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.