|   | 
  • Cevahir Kadri

    Yetmez mi?

    Bir gün birçok acılı yürek, “Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?/ Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!” diye Arşın kapılarına yönelecek, tıpkı Üstat Mehmet Akif Ersoy’un “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım...” (A’râf, 155) ayetinin tefsiri mahiyetindeki bu dizelerle başlayan şiirinde olduğu gibi. O gün, bugündür.

     

    Acılardan acı, dramlardan dram, felaketlerden de felaket, elîm bir olayla; Kahramanmaraş, Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa illerimizde yoğun olmak üzere 7,7 ve 7,6 ölçeğinde yıkıcı etkisi yüksek iki büyük deprem ile sarsıldık. Maddi yıkımları yoğun olarak on ilimizde görülmüş olsa da manevi yıkımları bütün dünya coğrafyasında, kalplerimizde, hislerimizde oldu.

     

    Şubatları hep ayaz bilirdik, sadece soğukları, ayazlarıyla maruftu bizim için. Ama bu elîm felaketle şubat ayazlarının donduruculuğuna bir de yıkıcılığı ve yakıcılığı ilave oldu. Dondurucu, yıkıcı ve yakıcılığıyla kalmadı, buna bir de kayıplarımız eklendi. Yaralıları, evsiz barksız kalanları, imkânları sıfırlananları saymıyorum bile!.. Öyle geniş bir sepet ki doldur olumsuzlukları, doldurabildiğin kadar. Bu satırları hadisenin yaşandığı yerlerin coğrafi bakımından çok uzağından yazsam da duygu ve düşünce olarak ne kadar uzakta ve uzağında olabilirim ki!..

     

    “Bendeki bu acı

    Hangi kelimelerinle ifade edilebilir ey lügat

    Sen de hisseder misin

    Bütün hücrelerimde duyduğumu

    Bu yıkım, bu yürek dayanmaz manzara

    Doyumsuz ve sorumsuzların işledikleri şenaat

    Yetsin bu fecaat

    Ey anneler, babalar, sabiler, canlar

    Bizi böyle bırakıp gitmek oldu mu?”

     

    Bizi bir yapan, en başta insan ve insanlık ortak paydamız yok mu? Aynı duyguları yaşamaya, hissetmeye yetmez mi bunlar? Ne yazık ki bazı haber ve görsel paylaşımlardan bunun yetmediğini görüyor ve anlıyoruz. Ya onlar insanlıklarını yitirmiş ya biz başka bir varlığız, başka dilde bir şey konuşuyoruz; ortası yok bunun!

     

    Bunca yıkıntının, enkazın, acının, maddi manevi kayıpların, yiten hayatların, giden canların, cananların yaşandığı bir zaman ve zeminde hâlâ sen ben kavgası nedir Allah aşkına! Hâlâ siyaset konuşmak nedir? Siyaset dedimse yetkililerin etkisizliğini, sorumluların görevlerini yerine getirmediklerini sorgulamanın ve söylemenin siyaset olmadığını işin en başında belirtelim.

     

    Gün birlik olma ve dayanışma günü. Âmennâ! Bunu öncelikle siyasî iktidar, muktedirler yapmalı. Çünkü muharrik güç öncülük ederse güzellikler daha çabuk artar ve yaygınlaşır. Gel gör ki birinci cümlenin mürekkebi kurumadan ikinci cümlede ötekileştirme, ayrıştırma başlıyor! Yazık, çok yazık!..

     

    Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen canların yaşadıklarını hiçe sayarak yardımların, yardım edicilerin, kurtarmaya gelenlerin arasında bile ayrım yapmak, yardımların üzerini, etiketini değiştirmek, başkasının yardımını kendisi yapmış, yapıyormuş gibi tırların, kolilerin üzerindeki yazıları, afişleri değiştirmek… Bu nasıl gayri insani bir anlayış ve davranıştır?

     

    Şu bir gerçek ki kim yapılan, yapılacak olan hayırlara engel oluyorsa bilinmelidir ki bu fiiliyle o, hayır değil şer işliyor. Hayır ve kurtarılmayı bekleyenlerin canını ve ümitlerini kastediyor. Hiç kimse, kimsenin hayrına engel olmasın. Devletin kurumları hayırları ve yardımları koordine de yardımcı olsun, bu yeter. Kulların soramadığını Yaratan elbette görür, bilir ve bir gün sorar, soracaktır da!

     

    Hayırda yarışmak esastır, başkasının hayrını kendi hayrıymış gibi göstermek bir gasptır, kul hakkını ihlaldir. Biliyor ve inanıyoruz ki her şeyi gören, bilen, her şeyden haberdar olan Allah var. Hayırların karşılığını verecek olan da O’dur. Başkasının hayrını kıskanmak bir Kabil zihniyetinden başka bir şey değildir! Allah katında her şey nettir, O’na gaip yoktur. Onun rızasında verilenlerde insan için kayıp da yoktur. Varsın bu dünyanın muktedir kullarının gözüne girmeye çalışan üç beş zavallı, acınası işlere imza atsınlar!.. Ne gam!..

     

    Olayların bir fizik bir de metafizik yani maddi ve manevi boyutu vardır. Allah, kâinatı “âdetullah” veya “sünnetullah” dediğimiz, bilimin de “doğa yasaları” diye adlandırdığı sebepler dairesinde yaratmış ve yaratmaktadır. Meseleye bu noktadan bakıldığında bunlar işin fiziki, maddi yönünü ortaya koyar. Ama unutulmamalıdır ki sebepleri yaratan Allah, sebeplerin sebeplerini yaratmaya, onları değiştirmeye gücü yetendir. Onun içindir ki kula düşen sebepler dairesinde, yaşanabilecek olumsuzluklara karşı hazırlıklı olmaktır.

     

    Deprem gerçeğiyle ülkemiz sadece son yirmi yılda yüz yüze gelmiş, tanışmış değil. Yaşanan felaketlerden dersler çıkarmak insan olmanın bir gereğidir. Ama aklını kullananlar için geçerli bir durumdur bu. Japonlar bu konuda örnek alınması gereken milletlerdendir. Sürekli olarak büyük ölçekli depremlerin yaşandığı Japonya’da, yıkımlar bizdeki orta ölçekli depremlerden daha azdır. Çünkü onlar, vatandaşından en yüksek yöneticisine kadar insan hayatına zarar verecek kusurları işlemekten kaçınırlar. Bunu, vicdanlarının bir gereği olarak yaparlar, devletin veya kanun gücünün zorlamasıyla değil.

     

    Bizim de önce vatandaş, birey olarak hepimiz kendi canımızı, kazancımızı, kayıplarımızı düşündüğümüz kadar başkasına zarar vermemeyi ilke olarak benimsememiz, başkalarını da düşünmemiz lazım. Maddi manevi, siyasi, ekonomik her türlü yan tutma kaygısından uzak olarak hazırlanan yasa ve yönetmeliklere harfiyyen uymamız, onları uygulamamız şart. Çok şükür bunun örnekleri yok değil, var! Ama yeterli mi, değil.

     

    Hatay’ın Erzin ilçesinde bu yıkıcı depremde hiçbir bina yıkılmadı. Bunun en başta gelen sebebi Belediye Başkanı Ökkeş Elmasoğlu’nun kaçak yapılaşmaya, yönetmeliklere aykırı inşaatlara izin vermemesi, kaçak yapılara karşı barış içerisinde olmamasıdır. O, bu tavrı sebebiyle geçmişte siyasi ve kişisel türlü sıkıntılar yaşamış olmasına rağmen bugün vicdanı rahat, gönlü huzur içerisinde. Çünkü vatandaşları bu yıkıcı depremden zarar görmediler. Buna, 1999 depreminde zarar görmeyen Kocaeli’nin Tavşancıl ilçesini ve Belediye Başkanı Salih Gün’ü de dahil edelim. İşini düzgün yapan mimarları, mühendisleri, müteahhitleri de ilave edelim. Eleştirilen ve eleştirilecek birçok yönü olsa da TOKİ konutlarını da hatırlayalım. Neyse ki böyle güzel örneklerin gün gün çoğalacağı ümidindeyim.

     

    Anılan güzel örneklerde olduğu gibi yapılması gereken iş çok basit. Bilim insanlarıyla ortak olarak hazırlanan planlara uygun hareket etmek, ne olursa olsun, bunlardan asla taviz vermemek. İkide bir imar planı değişiklikleriyle şehri yapboz tahtasına çevirmemek. Sağlam bir bina inşa etmenin bütün gereklerini yerine getirmede her türlü uygulayıcıların ve sorumluluk sahibi kimselerin sorumluluklarını yerine getirmesi ve bunların gereğince denetlenmesi, denetimin sonuçlarının uygulanması. Bu, ilk etapta çok zor olsa da zaman içerisinde insanlar kurallara uymayı öğrenecektir. Anayasa ve yasalar, uygulanmak için vardır; uygulanmayan Anayasa ve yasaların insan hayatına katkısı nedir ki?..

     

    İşin metafizik boyutuna gelince insanlar arasında haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik yapmayı bir kenara bırakalım; hukuk ve adalete dönelim. Yok sebeplerden, sırf siyasi ikballeri, bahtları yeşertme adına başkasının malına mülküne batıl yollar icat ederek çökmekten uzak duralım. Yetimlerin, öksüzlerin mallarını, vakfedilenleri haksız ve hukuksuz bir şekilde gasp edip yemeyelim, yiyenlerin güçlerine güç katacak söz ve davranışlardan uzak duralım. Ötekileştirme, şeytanlaştırma, halkı birbirine karşı kin ve nefret oluşturma düşünce ve fiillerinden vazgeçelim.

     

    Mazlumun ahını almaktan sakınalım. Çok ahlar alındı, buna yeter diyelim. Hz. Peygamber’in (sav) Hz. Muaz (ra)'ı Yemen'e gönderirken ona söyledikleri şu nebevi ikazı hatırdan uzak tutmayalım: “Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah'la bu beddua arasında perde mevcut değildir." Atalarımız da “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!” demişlerdir.

     

    Şair Ataol Behramoğlu gibi “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” deyip yaşanan bunca acıların, kayıpların ders olması, bunlardan hep birlikte dersler çıkarmamız lazım. Yoksa yaşanan sıkıntılar karşısında bunalan gönüllere ses olan Merhum Akif’in dizelerinde ifadesini bulan “Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?” diye Rabbimize yalvarmaya daha çok devam ederiz. Başımıza gelen felaketleri kader diyerek geçiştirmeye çalışan sorumluluk sahiplerine karşı hakkımızı aramazsak onlar sorumsuz davranmaya devam ederler. Bakınız Allahu Teâla böyle diyenlere karşı ne buyuruyor: “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir.” (Şura,30)

     

    Hasılı, kul önce tedbirli davranacak, sonra takdire razı olacak. Öte yandan insanların kaderi, yine insanların çabasına, gayretine, fiiline bağlanmış. Yunus Emre’ye atfedilen bir söz: “Kader, gayrete âşıktır.” Yukarıda bahsedilen örnekler de bunun ispatıdır. Hiçbir işi, olması gerektiği gibi yapmadan “Ne gelir ki elden, kader bu, emir” (NFK) deyip geçmeyelim, geçenlere de bunun böyle olmadığını, sorumluluklarını hatırlatalım.

     

    Her şey daha huzurlu ve sağlıklı bir ömür sürmemiz için. Aslında çok söze de gerek yok. Sebepler dairesinde tedbirini al, vicdanın rahat ve huzurlu yaşa.

     

    Yıkıcılığı yüksek depremlerde vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaralılara şifa, imkansızlara imkânlar dilerim. Rabbimiz kalplerimizi ısındırsın, aklımızı başımıza almayı, vicdanlarımızın uyanmasını, felaketlerden dersler çıkarmayı cümlemize nasip eylesin.

     

    Dersler almak için bunca devâhi, bunca felaket yetmez mi? Yeter!.. Öyleyse, gereğince davranmayıp felaketlerin yıkıcı etkisi altında insanımızın canlarını yitirmelerine sebep olanlara, yeni acıların ve kayıpların yaşanmaması için “Yeter!” demek de insanlık borcudur. Vesselam.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.